UÇAN SINIF

2 Mayıs 2008 tarihinde tarafından eklendi.

UÇAN SINIF
KONUSU: Rıfat İlgaz’ın “Hababam Sınıfı”na çok benzeyen bir sınıf anlatılmaktadır. Çocuklar, tüm yaramazlıklarına rağmen, temiz ve dürüsttürler. Onları da ancak, aynı sıralardan geçmiş olanlar anlayabilirler.

 

Yer yatılı bir lisedir. Kahramanlarımız edebiyat meraklısı Johnny Trotz, sınıf birincisi Martin Thaler ve karnı her zaman aç olan Matthias Selbmann, Fridolin, Uli ve daha birçokları… Kah­ramanlarımızdan Matthias ne kadar iri ise, Uli de o kadar ufak tefekti… Her an bir şamata, her an bir gırgır yapmak için fırsat kollayanlar çoğunlukta olduğundan, gülmek ve kendine gül-dürtmemek için sürekli dikkat göstermek gerektiğinin bilincinde (!) olan öğrencilerin çokluğundan; kavgasız, şamatasız, gürültü­süz nerede ise bir dakika bile geçtiği görülmemiştir. Hemen her okulda olduğu gibi, üst sınıflar İle alt sınıflar arasındaki çekişme­lerden doğan kavgalar ve hır-gürler de İşin cabası…
Kavgalar, sadece alt ve üst sınıflar arasında olarak sınırlı de­ğildi. Ayrıca, diğer okulların öğrencileri ile de sık sık yapılırdı.
Kısacası diyebiliriz ki, “Uçan Sınıf, Almanya’da bir okulun
“Hababam Sımfı”dır.

 

Kahramanlarımız, Noel kutlamaları için spor salonunda ser­gilenecek olan, Johnny’nin yazdığı “Uçan Sınıf İsimli oyun için hazırlanıyorlardı. Oyun, beş perdeden oluşuyor ve deyim yerindeyse ileriye yönelik bir kehanete dayanıyordu. Belki de ileride uygulanacak bir Öğretim yöntemini vurguluyordu. İlk perdede, bir lise öğretmeni coğrafya dersini yerinde işlemek için bütün sınıfla birlikte uçakla yola çıkıyordu… İkinci perdede uçak Vezüv Yanardağları’ndaki kraterlerin kenarına iniyordu… Üçün­cü perdede sınıf, Gize’deki piramitlerin yakınına iniyordu… Dör­düncü perdede “Uçan Sınıf Kuzey Kutbu’na iniyordu. Öğretmen­lerinin yaptığı bir yanlışlık sonucu uçağın irtifa dümeni bozuldu­ğu için, beşinci ve son perdede göğe çıkıyorlardı. Gökte Petrus

 

onları bekliyordu… Petrus büyülü formülü söylüyor ve yere ini­yorlardı…
Tabiî her perdede, yapılan gösteriler bununla sınırlı değildi. Örneğin, üçüncü perdede, kahramanlarımız gazetelere uydudan fotoğraflar gönderiyorlardı.
J.
Kahramanlarımızın sık sık ziyaret ettikleri “Sigara İçmez” is­mini taktıkları bir adam vardı. Sigarayı da fosur fosur içerdi. Al­man Demiryolları’ndan satın aldığı bir vagonda yaşıyordu. Vago­nun kapısında “Sigara İçilmez” levhası olduğu gibi durduğu için, bu ismi takmışlardı. Çocuklar bu adamı en az öğretmenleri kadar seviyorlardı.

 

Bir gün rakip okulun öğrencileri, bir öğretmenin oğlunu re­hin almışlar, ayrıca birçok öğrencinin defterlerine de el koymuş­lardı. Yine bir savaş zamanı gelmişti. Savaş sloganları “Çelik Bir­lik” idi. Önce bir elçi göndermeyi kararlaştırdılar. Elçi Sebastian, rakip okulun elebaşının evine gitti. Arkadaşlarının serbest bıra­kılması ve defterlerinin geri verilmesi taleplerini iletti. Kabul e-dilmedi. Gruplar savaş düzeni aldılar. Tam kavga başlayacaktı ki “Sigara İçmez” ortaya çıktı ve böyle kavga ederlerse polisin ve okul idarelerinin her şeyden haberdar olacağını ve başlarının belaya gireceğini söyledi. Önerisi, her okuldan birer kişinin yum­ruklu düello etmesi, yenilenin yenenin şartlarına uyması İdi. İki taraf da bunu kabul etti.
Karşı tarafın kavgacısı Wawerka, bu tarafınki ise Matthias i-di. Kısa bir kavgadan sonra, Matthias rakibini yenmişti. Ancak, karşı tarafın öğrencileri sözlerinde durmadılar. Yeniden savaş düzeni alındı. Kar topu stoklan arttırıldı. Herkes “Hücum!” emrini bekliyordu. Nitekim birdenbire kartopu yağmuru başladı. Bu arada Martin, Johnny ve Sebastian rehineyi kurtarmanın peşin­deydiler. Nitekim rakip okulun elebaşısının apartmanlarının kö­mürlüğünde, başında iki nöbetçi olan arkadaşlarını kurtardılar. Ancak defterler yanıp, kül olmuştu. İki nöbetçiyi bağlayıp, hızla savaş alanına döndüler.

 

Günlerdir yağan kar durmuş, Noel’e ise sadece bir iki gün kalmıştı. Okul müdürünün odasında, hesap veriyorlardı. Bay Bökh, öğrencilerini çok seviyordu. Onlara geçmişte yaşanmış bir hikâye anlattı:
“Bundan yirmi yıl önceydi, Dokuzuncu sınıfta cesur ve çalışkan bir öğrenci vardı. Haksızlıklar karşısında tıpkı Martin Thaler gibi öfke­lenirdi. Gerekirse Matthias gibi dövüşürdü. Uli gibi evini özlerdi. Sebastian gibi aklı başında kitaplar okur, Janathan gibi bahçede saklanır­dı. Bir gün bu çocuğun annesi çok hastalandı. Okuldan kaçarak annesini görmeye gitti. Dönüşte yakalandı. Dışarı çıkmama cezası aldı. Yine kaçtı, yine annesini görmeye gitti. Yine yakalandı. Bu sefer sınıf öğret­meni dört hafta dışarı çıkmama cezası verdi. Yine kaçtı, annesini görmek için. Yakalandı, bu sefer müdür tarafından oda hapsi ile cezalandırıldı. Yine kaçtı, nasıl mı, bir arkadaşı onun yerine hapis yatmayı kabul ettiği için. Arkadaşıyla arası çok iyiydi. Okul bittikten sonra da görüşmeye devam ettiler; ama arkadaşının bir kaza sonucu ailesini kaybetmesiyle ortadan kaybolması bir oldu. O gün bugündür de onu görmedi.”
Hikâyeye dönersek; “müdür, çok öfkelenmişti. Diğer çocuk her şeyi anlatınca, olayı anladı ve iş tatlıya bağlandı. Bu öğrencinin kim olduğunu biliyor musunuz!” diye sorunca, hepsi birden “Sizsiniz.” diye cevap verdiler. “Sizi gidi haylazlar, toz olun gözümün önün­den1.” diyerek hepsini gönderdi.
Çocukların hepsinin sınıf öğretmenlerine olan saygı ve sevgi­leri bir kat daha artmıştı. Aralarında, arkadaşı için oda hapsini kabul eden kişinin kim olduğunu konuştular ve buldular: “Sigara İçmez.”

 

Profesör Kreuzkam’a defterlerin yakıldığını anlatmak zo­runda kaldılar. Bu arada, bazı yaramazlar, küçük Uli’yi, sınıfın çöp sepetinin içine koyup, duvara asmışlardı. Profesör, hepsine cezayı verdi: “İşlenen her suçta, suç sadece o suçu işleyende değildir, suçun işlenmesini engellemeyen de suçludur.” cümlesini beşer kez yazacaklardı.
Uli, kendisine korkak ve çelimsiz denmesine sürekli kızıyor­du. Son olay, iyice kafasını bozmuştu. Sepet olayından bir gün sonra, elinde şemsiye ile ikinci kattan, bahçenin karlı zeminine atladı. Herkes şok olmuştu. UH, ne kadar cesur olduğunun mesa­jını böyle vermişti. Neyse ki, sadece sol ayağı kırılmış, biraz da kabarga kemikleri ezilmişti o kadar. Ama, Noel’de ailesinin yanı­na gidemeyecekti.
Bu arada çocuklar yaptıkları bir planla Justus lakabını taktık­ları öğretmenleriyle Sigara İçmez’i buluşturdular.Tahminleri doğ­ruydu. Öğretmenin bahsettiği kayıp arkadaş, Sigara Içmez’in ta kendisiydi.
Martin, annesinden gelen mektubu okul postasından aldı. Annesi, mektupta yol parası olan sekiz lirayı gönderemediğini, babasının işsiz olduğunu, ne olursa olsun cesur ve dayanıklı ol­masını, asla ağlamaması gerektiğini yazıyordu. Beş liralık da pos­ta pulu göndermişti.
Oysa kî Martin mektubu okuduktan sonra “Benim Güzel An­neciğim” diyerek ağlıyordu.
Uli’nin bu atlayışı, Noel’de oynayacakları piyesi tehlikeye sokmuştu. Sekizinci sınıftan bir öğrenci buldular.
Akşam, Justus bütün öğrencileri toplayarak, onlara Uli’nin yaptığı şekilde cesaretin ispati an amayacağım söyledi. Ayrıca, öğrencilerden, bir akşam için kendisine izin vermelerini, bu süre zarfında da uslu olmalarını rica etti. Sigara Içmez’in piyano çaldı­ğı barda bir bira içecekti.
Kent uzaktaydı. Yine de yürüdü. Tabelasında “Son Damlasına Kadar” yazan lokantadan İçeri girdi. “Sigara İçilmez” bil masada oturmuş kendisini bekliyordu. Kucaklaştılar. Konuşmalarının büyük bölümünü kahramanlarımız oluşturuyordu. İkisi de bu çocuklar okuldan mezun olmadan, yerlerinden ayrılmamakta kararlı olduklarını birbirlerine söylediler.
Gece yarısından sonra, kenti bir baştan geçerek döndüler. Yanlarında, yirmi yıllık hatıraları da beraber yürüyordu.
Okulun son günü idi. Çoğu öğrenci, noel İzni için bavulları­nı bile toplamıştı. Martin, Noel’de gidemeyeceğini hiç kimseye

 

söylememişti. Okulda kalmak (sadece Johnny’e serbestti, o da ailesi olmadığı için) yasaktı. Bakalım ne olacaktı?
Yine, bu akşam piyes de oynanacaktı, önceden iki prova da­ha yapıp iyice hazırlandılar. Sonra, hep birlikte Uli’yi ziyaret edip, ona moral verdiler.
Nihayet piyes vakti geldi. Çok güzel oynadılar. “Sigara içmez” de seyirciler arasındaydı. Sonra Justus, asıl mesleği doktor­luk olan “Sigara İçmez” in, bundan böyle okul doktoru olarak gö­rev yapacağını söyleyince, çocuklar “Hurra” diye havaya fırladı­lar. Çok güzel bir akşam geçirmişlerdi.
Gece, Justus ve Sigara İçmez, beraber yatakhaneleri gezer­ken, Martin’in bir şeyler mırıldandığını fark edip, biraz eğildiler. Uykusunda, “Ağlamak kesinlikle yasaktır.” diye sayıklıyordu.
24 Aralık günü, ortalık tam bir ana baba günü İdi. İnenler, çıkanlar, koşturanlar… Matthias, Uli’ye veda etti. Johnny, UU ile beraber kalacak diye seviniyordu. Martin ise hiç gözükmemişti.
Bütün el ayak çekilmiş, Justus son kontrol gezintisini yapı­yordu. Martin’i gördü. Sıkıştırınca, Martin hıçkıra hıçkıra ağla­maya başladı. Olup biteni öğrenince, zorla ona para verip evine gitmesini söyledi. Martin’in eski keyfi yerine gelmişti. Uli’nin yanına çıkınca, anne ve babasının ziyarete gelmiş olduklarını gördü. Hepsi ile vedalaştı.
Noel akşamı, her tarafta koyu bir kış hüküm sürüyordu. Martin’in anne ve babası, camın önünden hem dışarıya bakıyor, hem de sohbet ediyorlardı. “Martın ne yapıyor acaba?” dedi, annesi. Babası da “Umarım ağlamıyor dur.” deyince, “Bana söz vermişti, ağlamayacaktı, gerçi ben de hep ağladım ya…”
Kapı çalar gibi oldu. Bir daha… Kim olabilirdi acaba? Kadın kapıyı açtı, Martin karşısındaydı. Sevinçleri görülmeye değerdi.
Martin’in kendi eliyle, öğretmenine yaptığı kartpostalın ar­kasına babası şunları yazdı: “Sayın Bökh, bize verdiğiniz bu canlı Noel armağanı için size sonsuz teşekkürler…”

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
Dramatik Şiir