D Sözlüğü (Deyim)
Dağa çıkmak : Hükümete başkaldırıp dağda, kırsal yörelerde eşkıyalık yapmak.
Dağa kaldırmak (birini) : İstediğini elde etmek için birini dağa kaçırmak.
Dağ başı: -1. Kent dışı, ıssız yer. -2. Yasaların geçmediği, herkesin dilediğini yapabileceği yer.
Dağdan gelip bağdakini kovmak : Sonradan geldiği halde oraya kendinden önce gelip yerleşmiş olanların hakkını çiğnemek, onları beğenmez olmak.
Dağ (doğ ura doğ ura bir) fare doğurmuş (doğurdu) : “Büyük sonuç vermesi beklenen şey küçük bir verim sağladı.” anlamında.
Dağ (dağlar) gibi: -1. Pek iri, çok güçlü (kimse). -2. Göz korkutacak ölçüde çok olan (şey).
Dağlar dayanmaz : “Bu aa felaketin üzüntüsü dayanılacak gibi değil. anlamında.
Dağ taş : Her yan, her taraf.
Daha iyisi can sağlığı: Elde edilen bir şeyle ya da karşılaştırılan bir durumla yetinilmesi gerektiğinde söylenir.
Daha (daha da) neler: -1. “Öyle şey olur mu?” -2. “Amma yaptın ha!” anlamında.
Dalavere çevirmek (döndürmek) : Gizli bir iş çevirmek, yasadışı yollardan iş becermek.
Dalavere dönmek : Gizliden gizliye bir aldatmaca hazırlanmak.
Dal budak salmak: -1. Bir konudaki haber ya da söylenti, her yana yayılıp genişlemek. -2. Gelişip büyümeye başlamak.
Daldan dala konmak (atlamak) : Sık sık iş, konu ya da düşünce değiştirmek.
Dalgacı Mahmut: Yapılması gereken bir işi benimsemeyen, kaytana kimse için şaka ya da alay yollu söylenir.
Dalga geçmek : -1. Yapması gereken işle uğraşmayıp zihni başka yerde olmak. (Kars. Tünel geçmek.) -2. Biriyle alay etmek, belli etmeden eğlenmek; matrak geçmek. (Kars. Maytaba atmak.) -3. Biriyle geçici gönül ilişkisi kurmak.
Dal gibi: Çok ince, çok zayıf (kimse).
Dalına basmak (birinin) : Hoşlanmadığı bir davranışta bulunup onu kızdırmak.
Dalına binmek (birinin) : Onu tedirgin edici, kızdırıcı davranışta bulunmak.
Dallanıp budaklanmak: Bir iş ya da bir sorun genişleyerek karmaşık bir durum almak, çözümü güç bir duruma gelmek.
Dallı budaklı: Çok ayrıntılı, karmaşık, çapraşık, anlatılması ya da çözümü güç olan.
Dama çıkmak : Cinsel dürtüsü azmak, bunu dışa vurmak.
Damağı kurumak : Çok susamak; boğazı kurumak.
Damak zevki: Yiyeceklerden tat alma, yemekten haz duyma.
Damarına basmak; Duyarlı olduğu bir konuya değinerek onu kızdırmak.
Damarı tutmak : Huysuzluğu üzerinde olmak, aksiliği tutmak.
Dama taş; gibi oynatmak (birini) : Bir kimsenin yerini keyfi olarak sık sık değiştirmek; onu bir yerden bir yere göndermek ya da atamak.
Damdan düşer gibi: Birdenbire ve yersiz olarak söz söylemeyi, ya da söylenen sözü anlatmak için kullanılır.
Damgasını taşımak (bir şey, bîr şeyin) : Bir şey söz konusu şeyin özelliğini taşımak.
Damgasını vurmak (birine, bir şey): O kimse için kötü bir yargıya varmak; onu kötü bir adla adlandırmak.
Damgasına vurmak (biri, bir şeye kendi): O şeye kendisiyle ilgisi olduğunu ya da kendi yapıtı olduğunu belli edecek nitelikler vermek.
Damga vurmak (birine) : Onun hakkında kötü bir yargı vermek.
Damga yemek ; Hakkında kötü bir yargı yerilmiş olmak.
Damoktesira (Demoktes’in) kılıcı (gibi): Oiumsuz durumlarda gerçekleşme olasılığı bulunduğunu hissettiren tehdit.
Dam üstünü saksağan, vur beline kazmaytı : Hiç ilgisi yokken ve birdenbire söylenen söz ya da söz söyleme için alay yollu kullanılır.
Dananın kuyruğu kopmak : Beklenen ya da korkutan durum gerçekleşmek.
Danışıklı dövüş : Başkalarını aldatmak ya da atlatmak amacıyla Önceden yapılmış gizli bir anlaşmaya dayanan tutum, davranış.
Dara düşmek : Para sıkıntısı çekmek.
Dara gelmek: -1. Aceleye gelmek. -2. Zorunda kalmak, mecbur olmak.
Dara getirmek (bir şeyi, birini): Onu aceleye getirmek, onun sıkışık durumundan yararlanmak.
Dar boğaz : Sıkıntılı, bunalımlı durum, dönem.
Darda kalmak : -1. Paraca sıkıntıya düşmek. -2. Zor duruma düşmek
Dar gelirli: Geliri, gereksinmelerini tam olarak karşılayamayan (kimse). (Kars. Orta direk.)
Darısı (dostlar) başına : “İyi, mutlu bir olayın benzerlerini dostların da görmesini dilerim.” anlamında.
Dar kaçmak (bir yerden, bîr şeyden): Kendisi için tehlikeli olabilecek bir yerden, bir şeyden güçlükle kurtulmak.
Dar kafalı: -1. Anlama yeteneği sınırlı olan, anlayışsız (kimse). -2. Tutucu (kimse).
Davulu biz çaldık, parsayı başkası (el) topladı: “İşi biz yaptık, karşılığını başkası aldı.” anlamında.
Dayak arsızı: Dayak yemeğe alışmış (kimse, özellikle çocuk).
Dayak atmak (birine): Onu dövmek; kötek atmak.
Dayak düşkünü (düşmanı) : Dövülmesine yol açacak hareketlerde bulunmayı alışkanlık haline getirmiş (kimse).
Dayak kaçkını: Dayak hak etmiş (kimse).
Dayak yemek: Dövülmek; kötek yemek.
Dediği dedik (çaldığı düdük): Kendi bildiğinden dönmeyen, sözünde ısrar eden (kimse).
Dediğine gelmek : Birinin önceden kabul etmediği düşüncesini sonradan uygun bulmak
Defibela kabilinden : (esk.) Başından savmak için istemeye istemeye:
Defihacet etmek :fesk.) Büyük aptesini yapmak (Kars. Aptest bozmak.)
Defterden silmek (birini) : Onun adını anmaz olmak, onunla ilişkiyi kesmek, yakınlığa son vermek
Defteri dürülmek : Öldürülmek -2. İşten uzaklaştırılmak
Defteri kabarmak : Borcu çoğaldıkça çoğalmak.
Defteri kapamak: Sözü edilen işi artık yapmaz olmak, o işten bundan böyle hiç söz etmemek.
Defterini dürmek (birinin) : -1. Onu öldürmek ortadan kaldırmak. -2. Onu perişan edecek bir düzen kurmak.
Değer biçmek (bir şeye) : O şeyin paraca _ karşılığını saptamak, fiyatını belirlemek, kıymet biçmek.
Değer vermek : Özel İlgi ve saygı göstermek; k.yms-t w#nm-.k.
Değil mi ki: Madem, mademki.
Değirmenin suyu nereden geliyor? : “Söz konusu İşin yapılmasını karşılayacak para nasıl sağlanıyor?” anlamında.
Değiştokuş etmek : Değerce eşit olan şeyleri karşılıklı alıp vermek, takas etmek
Değme keyfine : “O durumdan çok hoşnut, memnun.” anlamında.
Deli çıkmak : Aklım kaç r m ak.
Deli divane olmak: Bir şeye, kimseye aşırı derecede tutkun olmak; onu çıldırasıya sevmek
Deli dolu : Kabına sığmayan, taşkın ruhlu (kimse).
Delik deşik etmek (bir şeyi, birini*): -1. Bir şeyin her yanında delikler açmak -2. Yaralayıcı bir aletle bir canlının vücudunda birçok yara aç m ak.
Deliksiz uyku : Hiç ara vermeden uyunulan ve uzun süren uyku.
(Kars. Ağır uyku.)
Deli olmak (bîr şeye) : -1. Ona kendinden geçercesine bağlanmak onu çok sevmek -2. O şeyden ötürü çok sinirlenmek
Deli pösteki sayar gibi: Çok karışık, çok parçalı ve iç sı ki a bir işle uğraşır tarzda.
Deli saçması: Çok saçma ve anlamsız söz.
Deme gitsin (değme gitsin): “Anlatılması çok güç.” anlamında.
Demeye getirmek: Düşüncesini dolaylı yoldan söylemek; dediği gibi olmasını, yapılmasını ima etmek
Demir atmak: Bir yerde uzun süre kalmak
Demir gibi: -1. Pek sağlam, katı, sert (şey). -2. Çok kuvvetli (kimse).
Demir leblebi: -1. Başarılması çok zor olan iş. -2. Alt edilmesi güç, ödün vermeyen, inatçı (kimse).
Dem vurmak (bir şeyden) : Bir konudan söz etmek
Demokles’in kılıcı (gibi): bk Damokles’in kılıcı (gibi).
Deneme tahtası: Üzerinde bilgisizce tedavi, onarım gibi iş yapılan kimse ya da nesne.
Dengi dengine : Herkes, eşit olduğu, kendine uygun olan kimseyle.
Denizden geçip derede boğulmak : bk Çaydan geçip derede boğulmak.
Denk gelmek: -1. (Biçim yönünden) Uygun düşmek uygun gelmek -2. (Zaman yönünden) İyi rastlamak, uygun gelmek.
Derdi günü : -1. Baş düşüncesi . -2. Asıl uğraşısı.
Derdine düşmek (bir şeyin) : -1. Yersiz bir hevese kapılmak. -2. Yapılması gereken bir şeyi gerçekleştirmenin yollarını aramak
Derdini dökmek : Derdini, sıkıntılarını ayrıntılarıyla anlatmak.
Derdini Marko Paşa’ya anlat : “Derdini giderecek, seni dinleyecek
kimse yok.” anlamında.
Dereden tepeden (konuşmak) : Şundan bundan, bir konudan diğerine geçerek (konuşmak).
Dereyi görmeden paçaları sıvamak: Ortada hiçbir neden yokken hazırlanmaya başlamak.
Derinden derine : -1. İyice uzaklardan, anlaşılmayan yerlerden. -2. Oldukça gizli, hiç kimseye duyurmadan.
Derin derin düşmek : -1. Üzüntülü düşüncelere dalmak. -2. Uzun süre düşünceye dalmak.
Derisini yüzmek : -1. Birinin varını yoğunu zorla elinden afmak. -2. İşkence ederek öldürmek.
Derli toplu : Düzeni seven, tertipli (kimse). -2. Düzgün, düzenli (şey).
Derme çatma : -1. Gelişigüzel nesnelerden yapılan (ev vb.). -2. Oradan buradan devşirilen (düşünce vb.).
Ders almak (bir şeyden) : Genellikle kötü bir olaydan yararlı sonuç çıkarmak; ibret almak.
Ders olmak (bir şey, birine): O şey bir kimse için öğretici bir örnek oluşturmak; ibret olmak.
Ders (dersini) vermek (birine) : -1. Sert bir karşılıkla onu yola getirmek, sert davranmak, azarlamak. -2. Oyunda yenmek.
Dert ortağa: İnsanın kötü günlerinde dertlerini dinleyen, çözümlemeye Çalışan dostu, arkadaşı.
Dertsiz başını derde sokmak : Hiç gerekmediği halde, kendisi için tehlikeli ya da can sıkıcı olacak bir işe girişmek.
Dert yanmak (bir şeyden, birinden) : O şeyler, kimseyle ilgili şikâyette bulunmak.
Desteksiz atmak : Bir şeyden abartarak söz etmek, bir temele dayanmadan konuşmak.
Dev adımlarıyla ilerlemek : Kısa sürede pek büyük bir gelişme göstermek.
Devede kulak : Karşılaştırılan şeye göre daha önemsiz, küçük1 olan (şey).
Deve gibi: Uzun boylu ve hantal (kimse).
Deve kini: Unutulmayan, kolay kolay geçmeyen kin.
Devekuşu gibi başını kuma gömmek, (sokmak) : -1. Bir tehlike anında hiç yaran olmayacağı halde kendisini korumaya çalışmak. -2. Başkalarını aldattığını sanıp aslında kendisini aldatmak.
Deveyi havutuyla (hamutuyla) yutmak: Haksız çıkar sağlamak, hırsızlık etmek.
Devlet kapısı: Devlet dairesi, devlet işlerinin görüldüğü resmi daire.
Devlet kuşu : İyi talih.
Devlet sırrı (gibi): Son elerce gizli tutulan şey.
Devreye girmek: Çözüm getirmek amacıyla ilgilenmek, kanşmak, araya girmek.
Dırıltı çıkarmak : Kavga, tatsızlık çıkmasına neden olmak.
Dışarı uğramak: Kendini bir anda dışarı atı vermek.
Dışa vurmak (bir şeyi): -1. Onu belli etmek, tutum ve davranışlarından, bir şeyin etkisinde olduğu belli olmak. -2. Duygularını saklamayı p belli etmek. .
Dışı eli yakar, içi beni: Başkalarına iyi ve elverişli görünen, asıl ilgili kişiye gerçekte kötülük getiren şey, durum ya da kimse için kullanılır.
Dibi kırmızı balmumuyla çağırmak (birini): Onu özel bir önem vererek çağırmak.
Dibine darı ekmek (bir şeyin): Ona şeyi tümüyle tüketmek, hiçbir şey bırakmamak.
Dibi tutmak: Kaynamakta olan bir tencerenin içindeki yemeğin dipte kalanı tencereye yapışmak.
Didik didik etmek (bir şeyi, yeri) : Onu, orayı en küçük ayrıntısına kadar incelemek, aramak.
Dik âlâsı (bir şeyin): Hoş olmayan bir durum ya da hoş karşılanmayan bir davranışın son kertesi.
Dik başlı (kafalı): Boyun eğmez, asi karakterli, inatçı (kimse).
Dik dik bakmak (birine, yüzüne) : O kimseye sert, kızgın, öfkeli bir ifadeyle bakmak.
Diken üstünde gibi (olmak) : Tedirgin, rahatsız (ot m ak).
Diken üstünde oturmak (durmak) : -1. Eğreti bir biçimde oturmak. -2. Tedirgin bir durumda olmak. -3. Bulunduğu yerden her art gidecek, aynlacakmış gibi olduğunu düşünmek.
Dikili ağacı olmamak : Hiç malı mülkü olmamak.
Dikine gitmek (birinin): O kimsenin sözünü dinlemeyip kendi bildiğini yapmak.
Dikiş tuturamamak : Çeşitli nedenlerle bir iş yerinde tutunamamak.
Dikiz etmek (birini, bir yeri, şeyi): Onu gözetlemek, ona gizlice bakmak.
Dik kafalı: bk. Dik başlı.
Dikte etmek (bir şeyi, birine): İsteklerini ona zorla kabul ettirmek
Dikkate almak (bir şeyi): Onu da gözönünde bulundurmak. (Kars. Göz önüne almak, hesaba katmak, kaale almak.
Dil çıkarmak (birine): Onunla alay etmek, eğlenmek.
Dilden dile dolaşmak: Bir haber, herkesin ağzında söylenir olmak, herkesçe konuşulmak
Dil (diller) dökmek (birine): Kandırmak, inandırmak ya da yaranmak İçin onun hoşuna gidecek sözler söylemek, yalvarmak yakarmak.
Dile (dillere) düşmek : Yaptıkları hakkında dedikodu çıkmak; dile gelmek.
Dile gelmek: -1. bk. Dile düşmek -2. Konuşma yeteneği yokken ya da herhangi bir nedenle bu yeteneğini kaybetmişken konuşmaya başlamak.
Dile getirmek (bir şeyi, birini) : -1. Onu açıklamak, anlatmak. -2. Onu konuşturmak.
Dile kolay : “Anlatması kolay gibi görünür ama öyfe zor, öyle güç ki!” anlamında.
Dili açılmak (çözülmek): Herhangi bir nedenle konuşmazken konuşmaya başlamak.
Dili ağırlaşmak : Hastalığı yüzünden güçlükle konuşmak
Dili bir karış : Büyüklerine karşı konuşurken saygısızlık eden kimse için söylenir.
Dili bir karış dışarı çıkmak : Çok yürümekten ya da konuşmaktan dolayı aşırı yorulmak.
Dili çalmak : Konuşması, söyleyişi bir başka dili andırmak.
Dili çözülmek : bk. Dili açılmak.
Dili damağı kurumak : Çok konuşmaktan, heyecandan, susuzluktan ağzı kurumak, çok susamak; boğazı, damağı kurumak.
Dili damağına yapışmak : Uzun süre su içmediğinden ağzı kurumak
Dili dolaşmak: Korkudan, hastalıktan ya da sarhoşluktan söyleyeceği şeyi bir türlü anlatamamak
Dili döndüğü kadar: Anlatım gücü elverdiği ölçüde.
Dili dönmemek : Anlatmak istediğini tam söyleyememek
Dilimin ucunda : Bir adın, sözün, çok iyi bilindiği halde bir türlü anım-sanamaması durumunda söylenir.
Dilinden anlamak (birinin, bir şeyin) : -1. Onun ne demek istediğini kavramak. -2. Söz konusu şeyin özelliğini, o şey üzerinde ne yapılması ^gerektiğini bilmek
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.