Gulyabani
KONUSU: Hüseyin Rahmi Gürpınar, cin, peri ve gulyabani gibi boş inançların kötüye kullanılarak, saf ve namuslu insanların nasıl kandırıldıklarını anlatmaktadır.
Mubsine Hanım:
Muhsine Haram ve Haa Hasan Efendi, ilerlemiş yaşlarına rağmen birbirlerini çok seven, birbirlerine karşı hep sevgi dolu muhabbetler eden kişiler olduklarından, onlara ben de bir sevgi beslerdim. Bir gün bunun sırrını sordum. Muhsine Hanım bana uzun uzun anlattı. Yazdıklarım, Muhsine Hanım’ın kendi ağzında hayat hikâyesidir:
“Gençliğimde hoppaca bir kızdım. Dünyayı, Konya’yı bilmezdim. Anam babam erken öldü. Genç yaşımda komşu ellerine kaldım. Sağ olsunlar, her ihtiyacımı karşılamaya çalıştılar. Biraz erken de olsa, çeyizimi düzerek, beni herifin birine verdiler. Kör olası sarhoş ve soysuz çıktı. Her gün dayak, her gün dayak… Canıma tak etti. Üç sene dayandıktan sonra, bohçamı alıp kaçtım. Boşandım, kurtuldum.
Taze dul kalınca, isteyenler çok oldu. Ancak bir zaman kimseye varmadım. Evlere hizmetçiliğe gittim, sarkıntılık ettiler…Neyse, eskiden beri beni tanıyan bir Ayşe Hanım vardı, gelip beni buldu ve bana, “Sana uygun güzel bir yer var; lakin burada yaşadığın sürece, ağzın çok sıkı olacak; gördüklerini, duyduklarını kimseye anlatmayacaksın” dedi. Çaresizlikten kabul ettim. Sonradan öğrendim ki, benim buraya girmem karşılığında, hayli yüklü bir para almış.
Yedi Çobanlar Çiftliği:
Ayşe Hanım’la birlikte bindiğimiz arabanın sürücüsü, çiftliğe gittiğimizi öğrenince, oranın “emlerin ve perilerin mekanı olduğunu, gulyabaninİn kol gezdiğim, üstelik çiftlikte deli bir kocakarının bulunduğunu.” söyledi. Ayşe Hanım, arabacıyı azarladı. Böylece, konuşa söylene çiftliğe vardık.
Muhatapları elli yaşlarında Çeşmifelek Kalfa’dır. Bir de ondan daha yaşlı Ruşen Abla vardır. Koca kırk odalı bir yerde, iki yaşlı kadının yalnız başlarına yaşamaları, Muhsine’nin garibine gitmiştir. Ayşe Hanım,. Muhsine’yi överek tanıtır. Ruşen Abla, şişman bir Arap kadınıdır. Muhsine’yi alır yanında götürür. Muhsine’nin sorularına ürkütücü cevaplar verince, Muhsine “Gitmek istiyorum.” diye ayaklanır. Ancak, Ayşe Hanım çoktan gitmiştir.
Korkulu Bir Akşam Yemeği:
Artık, kaderime boyun eğmekten başka çarem yoktu. Saatlerce, kapının dibinde oturdum. Akşama doğru Çeşmifelek Kalfa gelip beni “Haydi kızım Ruşen’e yardıma gidelim” diye çağırdı. İtaat ettim. Birlikte yürüdük. Biraz sonra ayaklarıma bir şeylerin dolaştığını hissettim. Meğer kedi imiş. Neyse, Ruşen Kadın’m yanına vardık. Birlikte yemeklerimizi yedik. Sonra hep birlikte oturma odamıza döndük. Bu iki kadının esrarengiz davranışları, bana cinlerle, perilerle bir ilişkileri olduğu hissini veriyordu.
Hele hele yatma vakti geldiğinde Ruşen Kalfa: “Erken yatmak lâzım. Gündüzler bizlerin, geceler onların, kızdırmaya gelmez.” deyince, korkularım iyice arttı. Ruşen Kalfa, boynuma bir muska astı, “Korkma, yalnız sakın ha, odandan da dışarı çıkma!” deyip gitti.
Periler:
Korku içinde tir tir titriyordum. Üstümü başımı çekiştiriyor, sağımı solumu yokluyor, her tıkırtıda pür dikkat kesiliyordum. Dışardan “vak vak, gak gak” sesleri birbiri peşi sıra geliyordu. Allahım ne yapacaktım. Çaresizlikten, Ruşen Kadm’ın söylemiş olduğu “Emret ya cin!” dedim ve olduğum yere düştüm. Sabaha karşı uyandığımda, korku ile vücudumun her tarafına baktım. Çok şükür, beklediğim gibi bir hasar yoktu. Biraz daha yatmaya çalıştım. Kapım güm güm vuruluyordu. Kalkıp açtım. Baktı Ruşen Kadın. Gece olanları anlattım. “Bu gece, sana beyaz elbise vereyim, onunla yat.” deyince, “Gece burada kalan kim, hemen gidiyorum.” dedim. “Sen artık perilere karıştın, bir yere gidemezsin.” dedi. Çeşmifelek Kalfa da geldi. Ağladım, sızladım, beni geri gönderin dedim, hiç dinlemediler bile…Neyse ki birkaç gün sonra bu hayata alıştım.
Bilmece İçinde Bilmece:
Bir gün odaların birinden ses duydum. Bu, Ruşen Kadın ile Çeşmifelek Kalfa’nın sesine benzemiyordu. Bir kadın sesi idi.
Gerçek miydi yoksa bana mı öyle geliyordu? Bütün cesaretimi toplayıp, biraz ileri gittim. Şimdi ses daha net geliyordu..
Anlaşılmasın diye hemen yerime döndüm. Yürürken, bir erkek sesi “Bu gece sınavın var.” diyordu.
Ahu Baba Yahut Gulyabani:
Sessizliğim ve uysallığım sayesinde, her iki kadının da gözüne girmiştim. En büyük merakım, o sesin sahibini tanımaktı. Bir gün yine iyice o sese yaklaştım. Biriyle konuşuyordu. “Bana bir şey yapamazsın, iki tane gül gibi hizmetçimi yedin” vb. konuşmaları duyunca, yeniden korkunun girdabına kapıldım. Hızla geri dönmeye başladım. Birden yanı başımda dev gibi bir gölge ortaya çıktı. Dilim, damağım tutuldu. Olduğum yerde kaldım. Bu esnada, Ruşen Kadın ve Çeşmifelek Kalfa geldiler. Onlara duyduklarımı ve gördüğüm gölgeyi anlattım. Yaşlı kadından haberleri vardı. Gölgenin ise Ahu Baba’nın gölgesi olduğunu söylediler. Ve hep birlikte, yaşlı kadının yanına gitmemizi kararlaştırdılar.
Hanımefendiyi Ziyaret:
Kilitli kapıları açarak, daracık sofalardan geçerek, yaşlı kadının bulunduğu yere geldik. Lakin kendisi ortada yoktu. Dikkatli bir şekilde araştırınca, dipte bir köşede, kıvrılmış olarak uzandığını gördük. Benim için, “Bu kim?” diye sordu. Öğrenince de yanına çağırıp, “Bu ne güzel bir kız.” diyerek çenemi okşadı. Kanım ısınmıştı. Yanında dahi kalmaya karar verip, bunu ötekilere söyledim. Bu esnada koyun postlu, üstü boynuzlu bir baş göründü. Korkudan, dizlerimizin bağı çözüldü. Meğer bu meşhur Samsam’mış.
Dediler ki Samsam herkesin kendi yerine çekilmesini istiyor. Hanımefendi, “Haydi gidiniz.” dedi. Ruşen Kalfa öne düştü, hepimiz odalarımıza çekildik.
Aşık Peri:
Artık uyumam mümkün değildi. Böyle tedirgin ve korku i-çinde yatağımda büzüşmüş otururken bir erkek sesi duydum. Bu mani söyleyerek, birisine aşkını ilan ediyordu. Herhalde ben olamazdım. Tam bu sırada devam etti:
“Yandı sana yüreğim, Muhsine, ah meleğim, Tahammülüm kalmadı, Aç yorganı gireyim.”
Eyvah, demek şimdi hedef bendim. Korkum iyice arttı. Bu arada ses devam ediyor, “Seni yemem.” vb. sözler söylüyordu. Bu kadar korkuya bir insanın dayanma derecesini deneyerek şaşırıp kalıyorum. Şimdiye kadar niçin bayılmadım, niçin Ölmedim… Bu arada patırtılar sürekli artıyordu. Bir müddet sonra tamamen kesildi. Oh, ancak ben de bitmiştim. Karmakarışık duygular içindeydim.
Periyle Söyleşme:
Bu halde iken, bir erkek sesi: “Elmasım, hiç korkma. O uğursuz perileri hep savdım. Seni kurtarmaya geldim” diyordu. Kapatmış olduğum gözlerimi hafifçe açarak, parmaklarımın arasından baktım. Köylü kılıklı, gürbüz, yakışıklı, sevimli bir delikanlı karşımda duruyordu. “Ben düşmanın değil, dostunum. Seni kurtarmak için ne büyük tehlikelere göğüs gerdiğimi bilemezsin.” diye devam etti.
Sen insan mısın, peri misin, diye sordum. “Ben de senin gibi bir insanım. Adım Hasan. Çiftlikte dışarda çalışıyorum. Bu çiftliğin bütün cinleri, perileri hepsi sana sahip olmak istiyor. Bu yüzden birbirleri ile kavga ediyorlar. Sen İse sadece benim olacaksın, onların hepsine engel olacağım.” dedi.
Hasan’ı beğenmiştim. Söylediklerini kabul ettim.
Hasanla Gündüz Karşılaşma:
Gündüz, dışarıda çalışanların evin içerisine girmeleri gerekiyormuş. Bizler kenara çekildik, erkekler önümüzden geçtiler. Hasan da aralarındaydı. Üzerindeki elbiseler aynı idi. Güzel ve yakışıklı bir erkekti. Bir fırsatını bulup yanıma yaklaştı. “Ölmek var, dönmek yok.” diyerek hem evlenmek, hem de buradan kurtulmak için anlaştık.
Tuhaf Bir Sınav:
Meğer, bahçede cinlerle, perilerle sınav olacakmışız. Hepimiz tertemiz olduk, hanımefendiyi de alıp, bahçede sınav yerine geldik. Sırası ile Hanımefendi, Ruşen Abla, Çeşmifelek Kalfa bu acaip sınavdan geçtiler. Sıra bana geldi. Acaba nasıl olacaktı? İlk soru geldi: “Eşekamrtan, Deveoğlu yokuşundan kaç parmak yüksektir?” Arkamdan tüylü perilerden biri: “Sekiz parmak, altı buçuk nokta yüksektir.” diye cevap verince bu sınavı geçtim. Arkasından, benzer abuk subuk sorular gelmeye başladı… Hiçbir soruya istedikleri doğru cevabı veremedim. Sağlam sıfırı almıştım. Neyse, ne olursa olsun, sınav bitti, yeniden odalarımıza çekildik.
Kanlı Bir Dövüşme:
Döşeğime girdim. Uyumak mümkün değildi. Aklım hep, o acaip sorularda idi. Biraz sonra kapı fıkırdadı. Gelen Hasan’di. Daha bir iki konuşmamıştık ki, takırtı sesleri gelmeye başladı. Ben korktum. Hasan, “Korkma.” diyerek belinden bir tabanca çıkardı. Perinin odama geldiğini anlayınca, Hasan dolabın içine girdi. Sonra peri geldi. Zayıf, çelimsiz bir peri idi. Bana aşkını ilan etti. Dolapta Hasan, karşımda çelimsiz peri, bana bir cesaret geldi ve onunla konuşmaya başladım. Peri “Senin yatağına girmeden surdan şuraya gitmem.” diyerek inat ediyordu. Üstüme atıldı, boğuşmaya başladık. Hasan dolaptan çıkıp karşısına dikildi. Kudurmuş bir kurt hızıyla, “Şevki Bey’İn perisinin üzerine atıldı.: “Bu lanetli çiftlikte birkaç kadının kanına girdiniz. Ama bunun kılına dokundurtmayacağım.” Şevki Bey’in perisi bir ıslık öttürdü. Birden, yükten dört tane daha tüylü peri canavarı çıktı. Hasan’m üzerine atladılar. Hasan tüm mücadelesine rağmen, beş kişiye karşı yenik düştü. Sürüye sürüye çekip götürdüler.
Hanımefendinin Nefesi:
O gece çektiğim ızdırabı bir ben bilirim. Hasan’m o hali gözümün önünden gitmiyordu. Boğazı yarılıp kesilerek daha ölmemiş bir koyunun son debelenmelerini andıran çırpınışlarla oradan oraya kendimi vurdum, yerlerde süründüm.
Şafak attı. En kara günüm başlıyordu. Yüklüğü açtım. Ne varsa boşalttım. Hiçbir iz bulamadım. Dışarı çıktım, Ruşen Kalfa “Bu gece birisini boğazladılar galiba…” deyince bir çığlık attım. Cinlerin, perilerin beni çarptığına hükmederek, hanımefendinin yanına götürdüler. Onun huzurunda dün gece olanların hepsini anlattım. Hepsi büyük bir korku içinde kaldılar.
Hepimizin Hakkında İdam Hükmü:
Hepimiz hanımefendi ile birlikte kalmaya karar verdik. Gece olunca, cinler ile periler karşılıklı atışmaya başladılar. Korku ile sinmiş, kaderimizin sonunu beklemeye başlamıştık ki, depreme benzer bir sallantıyla her yer sallandı. On beş dakika süren sallanmanın arkasından, bütün sesler kesilmişti. İdam hükmümüzün verildiğini anlamıştık.
Gulyabaninİn Yenilmesi ve Maskesinin Düşürülmesi:
Madem ki ölecektik, böyle koyun gibi beklemek neyin nesi idi? Zaten Hasan’ıma yanmışım. Ne olursa olsundu? Bu cesaretle pencereyi açtım. Bahçe açıkça görülüyordu. Bir boru öttü. Tüylü yaratıklar ortaya çıkıp, sıra halinde dizildiler. Sonra Gulyabani gözüktü. Dev gibi bir yaratıktı. Kocaman karnı vardı. Bizden tarafa bakıp seslendi: “Sizi öldürmeye geldim.” Ölümden Öte köy var mıydı? Gulyabani cama yaklaştı. Korkunç sopasını içeriye uzattı. Can havli ile atlayıp, iki elimle sopasına yapıştım. Artık her şey bitmiş miydi? Birden bir silah sesi İşitildi. Arkasından da “Mel’un çekil o pencerenin önünden!” diyen Hasan’ın sesi geldi. İkinci kurşunda, tüylülerin üzerine, kurşun yağmaya başladı. Çok geçmedi kapılar kırıldı, ellerinde tüfekler, meşaleler, bir kalabalık bahçeye doldu. Bütün cinlerin etrafını çevirdiler. Ortalarında Hasan’ımı gördüm. Haykırıyordu: “Ey! Bu uzun kılığa girmiş alçak adam, ortaya çık.l” Atlayarak bacaklarına vurdu. Sonra da ona emretti. Uzun boyu ile yürütüp, pencerenin önüne getirtti. Alt tarafını soyunca, uzun takma tahta cambaz ayakları, kafasındakini çıkartınca da otuz beş kırk yaşlarında çirkin, sakallı kara bir surat ortaya çıktı. 13u çiftliğin kahyası Zekeriya Efendi’den başkası değildi. Tahta bacakları söküldü, diğerleri gibi elleri bağlanarak onların yanma konuldu. Diğer cinler ise Şevki Bey, Bekir Efendi, Bayram, Agâh, Zeynel idiler… Hasan tek tek bunlara, kılığına girdikleri cin, peri ve hayvanların taklitlerini yaptırınca ve çiftliğin içinde ve dışında kurmuş oldukları bütün düzen ve tezgâhlar bir bir ortaya çıkartılınca, iş iyice anlaşılmıştı.
En çok sevinen, yıllardan beri deli muamelesi görüp, malı mülkü elinden alman hanımefendi idi. Hasan’a bu yüzden çok minnettardı.
Suçlular adalete teslim edildiler. Hasan ile nikâhımız kıyıldı, üç gün üç gece düğün oldu. Ruşen abla ile Çeşmifelek Kalfa’yı da çeyizlerini düzüp birer kocaya verdik…
Kocam bu Hacı Hasan Efendi, hikâyedeki işte bu kahraman güzel Hasan’dır
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.