Kar Yağarken
Kar Yağarken (Halİd Ziya Uşaklıgil)
Yaşı on iki gibi; ancak daha küçük gösteriyor. O kendisini bildi bileli sokaktan başka bir yer hatırlamıyor. Bütün sokaklar onundur. Anası, babası hiç olmamış gibidir. Bütün Eyüp onu tanır. “Sermet!” diye seslendiklerinde dönüp bakmaz, “Sertnet Bey!” diye çağrılmayı beklerdi. Bir gün Eyüp’ten ayrılmaya karar verdi. Bütün dostları ile vedalaştı.”Nereye gidiyorsun?” diyenlere, “İstanbul’a.” diyordu.
Bütün İstanbul’u karış karış yıllarca dolaştı. En sonunda E-minönü’nün kalabalığını ve canlılığını görünce “Oh! Şimdi yerimi buldum.” dedi. Zamanla dostlar edindi. Yazları kepenk altlarında, kapı köşelerinde, yük arabalarında uyumaya; hiç sevmediği kışları ise bakkallardan edindiği boş şeker çuvallarının içine girerek kuytularda yatmaya devam etti.
Burada, dükkân sahipleri kendisine boya sandığı yaptılar. Fırçalarının çalınmasını bahane ederek, el sürdürmedi. Başka işleri de aynı şekilde… Dünyada hoşlanabileceği yalnız bir şey vardı: Ötekinin berikinin paketlerini, ufak tefeklerini taşımak.
“Götürelim mi efendim?”
Böyle neler götürmemiş, cılız kollarıyla neler taşımamıştı… İstanbul’un hiçbir deliği yoktu ki oraya bir paket götürmemiş olsun…
Bir kış, kış başlangıcında, yağmurdan iyice ıslanmıştı. Başı döndü, gözleri karardı. Güç bela kendisini barındıran bakkala giderek boş şeker çuvallarından oluşan yatağının yer aldığı çatı aralığında ateşler içinde, yapayalnız, iki üç günde bir “Kalkmayacak mısın?” diye soran çırakların sesleri dışında bir ses duymayarak, haftalarca yattı…
Hastalıktan kalktı; ama artık kıştan tamamıyla nefret ediyordu. Artık öyle zayıf düşmüştü ki, bir gün yüklendiği bir paketi, ağlayarak ” Götüremeyeceğim efendim.” diyerek bırakmak zorunda kalmıştı.
Artık eskisi gibi yük taşımıyor, bir iki ufak işle yetiniyordu. Mayer Kürk Mağazasının önünü mesken tutmuştu. Orada kürklü bir mankenle dostluk ediyor, onu kürkler içinde gördükçe kendisi ısınmış gibi oluyordu. Acaba bu kürkler çok pahalı mıydı? Böyle bir kürklü paltosu olacak mıydı?
Bazen oturduğu kaldırımda geçen kürklü paltoluları sayardı….
Bir gün çuvalların arasından uyanıp sokağa çıktığı zaman etrafı bembeyaz gördü. Kar gökten süzüle süzüle iniyordu. Her günkü gibi mankenin yanına yaklaştı. Fakat nedense bugün ondan nefret ediyordu. Sanki manken “Bak kürküme, bak paltoma!” diyerek kendisiyle alay ediyordu…
Ertesi sabah daha çok üşüyordu. Dün sefertasını taşıdığı müşterisi için bugün Üsküdar vapur iskelesine kadar gitmeyi gözü kesmiyordu. Yine de sürüklene sürüklene gitti. Müşterisini gördü. Elinde sefer tasından başka bir paket daha vardı. “Sermet Bey, bunu size getirdim.” dedi. Ne olduğunu çok merak ediyordu. Çatı arasına nasıl geldi, paketi nasıl açtı bilmiyordu. Paketin içinde eski ama kürklü bir palto çıkmıştı. Kendi kendine “Ne güzel, ne güzel!” diyordu.
Üstünü başını özenerek düzeltti. Paltoyu sırtına geçirdi. Kalıpçının önüne gelip ayna önünde iyice kendisine bir baktı. “Hepsi tamam.” dedi. Sonra da Mayer’in önündeki mankenin karşısına gelerek, gayet azametli ve ciddiyetle dolu bir bakışla: “Bak benim kürklü paltoma!..” dedi.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.