MOMO

2 Mayıs 2008 tarihinde tarafından eklendi.

KONUSU: Kitapta, insanların “vakit nakittir” diyerek, sürekli olarak çalışıp, birbirlerine ve doğadaki güzelliklere zaman ayır­madıkları ve süreç içerisinde nasıl birer makine parçası haline geldikleri akıcı bir tarzda anlatılmaktadır.

 

BİRİNCİ BOLUM:

Büyük Bir Kent ve Küçük Bir Kız:

Çok eski zamanlarda, sı­cak ülkelerde, büyük ve görkemli kentler vardı. Büyük saraylar, tapınaklar ve şatoların yaranda, kentin arka taraflarında, daracık sokaklar, eğri büğrü evler de bulunurdu. Aynı zamanda, insanla­rın bir araya gelip, konuşmaları ve tartışmaları için geniş meydan­lar da bulunurdu. Hepsinden önemlisi, bu kentlerde, günümüz­deki sirklere benzeyen, taştan basamakları olan, büyük tiyatrolar da vardı.
O günlerin üzerinden binlerce yıl geçti. O kocaman tiyatro­lardan bugün sadece yıkıntılar kaldı. İşte bizim Momo’nun başından geçen olaylarda böyle bir kentte yaşandı.
Bu büyük kentte, evlerin İyice yoksullaştığı bir yerde, küçük bir çam ormanında gizlenmiş, o dönemde de yoksullara hitap ettiği belli olan bir tiyatro vardı. Bu taş yığınını en iyi tanıyanlar, yakın çevrede yaşayanlardı. Çevre halkı bir gün, bu taş yığınlarının arasına, garip giyimli, kıza benzeyen, korkunç bir görüntüsü olan, ufak tefek, simsiyah kıvırcık saçlı, kocaman siyah gözleri bulunan Momo ismini verdik­leri bir çocuğun taşındığını gördüler. Tiyatro yıkıntısının tam sahne altına gelen yerinde, birkaç yıkık oda vardı. Momo bunlardan birine yerleşmişti. Çevreden insanlar gelip onunla konuşunca, zararsız olduğunu anlayıp yar­dımcı olmaya karar verdiler. Elbirliği ile, Momo’nun evini elden geçirip, yaşanır hale getirdiler. Çocukları, yiyeceklerini Momo İle paylaştılar. Böylece, Momo ile çevre halkı arasında dostluk baş­lamıştı. Zamanla birbirlerine öyle alıştılar ki, mahalle halkı, Momo’nun oradan ayrılacağını asla düşünmek bile istemiyorlardı.

Sıra Dışı Bir Özellik ve Sıradan Bîr Tartışma:

Momo, onlar için çok iyi bir dinleyiciydi. Kimin her ne prob­lemi olursa olsun, Momo’nun yanma uğrar ve anlatırdı. Momo, saatlerce bile olsa sessizce dinler, hiçbir şey söylemezdi. Ancak, derdini anlatan kişi, bu anlatma süresi içinde çaresini de bulur, böylece Momo’nun yanından sorunu çözülmüş olarak ayrılırdı. Bir gün tiyatroya, birbirleriyle kanlı bıçaklı olan iki adam geldi. Biri tiyatronun bir tarafına, diğeri öbür tarafına oturdu. Momo’da tam ortalarındaydı. İki adam, önce öncekiler gibi şid­detli bir şekilde tartışırlarken, nasıl oldu bilinmez, bir süre sonra, birbirleri sakin sakin konuşmaya başladılar. Bir müddet sonra ise, kol kola Momo’nun yanından ayrıldılar. Momo’nun gelişi sadece yetişkinlere değil, çocuklara da ya­ramıştı. Bir kere, can sıkıntısı diye bir şey kalmamıştı. Üstelik, sürekli yeni yeni oyunlar icat ediyor ve oynuyorlardı. Hepsi bir noktada anlaşıyorlardı: Burada, Momo’nun yanında oynanan oyunlar başka hiçbir yerde oynanamazdı.
Momo herkesi, her şeyi dinlerdi. Böcekleri, otlan, yağmuru, hatta rüzgârı bile. Her biri ona kendi dilince bir şeyler anlatırdı.

 

Suskun Bir İhtiyar ve Konuşkan Bir Genç:

Momo’nun çok sevdiği Beppo isminde yaşlı bir adam ile genç bir dostu vardı. Yaşlı adam, sokakları süpürürdü. İşi biter bitmez Momo’nun yanına gelir ve saatlerce dura dura, dalgın bir şekilde konuşurdu.
Gıgı ismindeki genç dostu ise, yaşlı adamın tam tersiydi. î-nanılmaz bir konuşma yeteneği vardı. Öyle güzel gülerdi ki, insan doğal olarak onunla birlikte gülerdi. Turist rehberliği, park bekçi­liği, nikâh şahitliği, köpek gezdirİciliği, aşk mektubu taşıyıcılığı, cenaze levazımatçılığı, hatıra eşya satıcılığı, kedi maması dağıtıcı­lığı ve daha bir sürü iş yapıyordu. Bütün hayali bir gün zengin olmaktı.
Gigi’nin yaptığı hafiflikleri anlayışla karşıladığı için Beppo ile iyi dosttular.
Ancak, bu dostlukların üzerine düşecek olan sinsi bir gölge adım adım ilerliyordu. Başkalarının göremediği bazı şeyleri göre­bilen ihtiyar Beppo bile, son zamanlarda kentin içinde çoğalmaya başlayan ve durup dinlenmeden birtakım dolaplar çeviren duman renkli adamları fark edememişti.
Bu duman renkli adamlar duman renkli şık otomobillerde geziyor, kül rengi suratlarıyla her yere girip çıkıyorlardı. Ağızla­rında hep sigara bulunuyordu. Aynı adamlar, tiyatronun etrafın­da da gezip duruyorlardı. Momo onları görünce çok korkmuştu. O gece sabaha kadar onları düşündüyse de, sabah olunca yine eski haline dönmüştü.
Gıgı, zamanla Momo’ya daha çok bağlanmıştı. Momo’nun yanında iken, hayal dünyası çok fazla zenginleşiyor, hikâyeleri süsleyerek anlatması kolaylaşıyordu. özellikle, turistlere anlattığı hikâyeler çok ilgi çekiciydi. Momo ile baş başa kalınca da, kahra­manının adı Momo olan masallar ve hikayeleri sadece Momo için anlatıyordu.

 

İKİNCİ KISIM , Duman Adamlar:
Hesap Yanlış Ama Geçerli: Duman adamlar kadar yaşamda
zamanın Önemini kimse bilemezdi. İnsanların zamanı üzerine planlar kuruyorlardı. Yaptıklarından kimsenin haberdar olmama­sı çok önemliydi. Hiç kimse farkına varmadan adım adım ilerliyor ve insanlara egemen oluyorlardı. Kendilerini “Zaman Tasarruf Şırketi”nin birer temsilcisi olarak tanıtıyor, konuştukları insanların zamanlarını nasıl boşa harcadıklarını saniye hesabıyla ortaya koyuyor, onların sadece iş yapan birer makine haline dönüşmele­rini istiyorlardı. Zamanla şehrin büyük bir çoğunluğuna bu şekil­de etkinlik sağladılar. İnsanlar artık birbirleriyle iş dışında bir şey konuşmuyor, hasta ve komşu ziyaretine gitmiyoj, birbirlerinin sorunlarına yardımcı olmuyorlardı. Çünkü, bunları yapmak, za­manı boşuna harcamak demekti. Bu nedenle, bayramları dahi kutlamaz olmuşlardı.
Bütün çalışma yerlerinde, fabrikalarda, bürolarda, “Zaman değerlidir, onu yitirme” ya da “Vakit nakittır, boşa harcama” diye levhalar yazılıydı.
Sonunda buyuk kentin görüntüsü yavaş yavaş değişmeye başladı. Eski mahalleler, eski evler yıkılarak, yerlerini tek tip a-partmanlardan oluşan bloklar aldı. Her şey tek tipti. İnsanların hayatları da aynıydı.
Zaman tasarruf edeyim derken, yaşamlarım gittikçe daha zavallı, daha tekdüze ve daha soğuk hale sokuyorlardı. Bu gerçeği sadece yüreğinin derinliklerinde hisseden çocuklar fark etmişler­di. Çünkü artık kimsenin onlara ayıracak zamanları yoktu.
Oysa zaman yaşamın kendisiydi. Ve yaşamın yeri yürekti. İnsanlar zamandan tasarruf ettikçe, zaman azalıyordu.
Momo Arkadaşlarını, Düşman Momo’yu Arıyor:
Momo, Gıgı ve Beppo’da oturmuş, insanların artık eskisi gibi kendilerini dinlemediklerini ve yanlarına gelmediklerini konuşu­yorlardı. Oynamaya gelen çocuklar ise ellerinde pahalı oyuncak­larla geliyorlar, bu nedenle oynanan oyunlarda hayal gücü ve yaratıcılığa yer kalmıyordu.
Momo ve dostları, tüm bu insanlara yardımcı olmak için kafa kafaya verip, çareler üretmeye çalışıyorlardı. Bu nedenle Momo daha önce yanına sık sık gelen duvarcı ustası Nıcoia’yı bulmak için evine gitti. Gece geç saatlere kadar bekleyerek ancak görüşe­bildi. Nıcola eskisine göre çok daha fazla para kazanıyordu ama vicdanı fakirleşmişti. Aynı durum, meyhaneci Nino için de geçer­liydi. Hatta Momo onların yanına gittiğinde, karısı ile bağrıştıkla­rını duymuştu. Karısı, Nİno’yu gaddarlıkla suçluyordu. Nino, işlerini büyüteceğini haykırıyor, karısı ise “Hayır, kalpsizlikle ola­caksa, bin kere hayır” diyordu. Sonuçta, Nino yanlışından dönmüş, yine eskisi gibi yaşama­ya başlamıştı.

 

Momo, böylece bütün arkadaşlarını dolaşıyor ve onları eski yaşamlarına döndürmeye çalışıyordu. Bunda bir hayli başarılı olmuştu. Ancak, bu durum duman adamların hiç de hoşuna gitmiyordu.
Bir gün evinin yanında, konuşan harika bir oyuncak bebek buldu. Bebeğe baktıkça hayranlığı artıyordu. Ancak, tüm hayran­lığına rağmen, bebek devamlı konuştuğu için, bir türlü onunla kendi istediği gibi bir oyun oynayamamıştı. İşte tam bu sırada, kül rengi suratlı bir adam geldi ve Momo ile konuşmaya başladı. Sonra da arabasının bagajından bir sürü eşya, oyuncak ve elbise indirdi. Momo, üşüdüğü için şiddetli bir şekilde titriyordu. A-dam, “Artık bunlarla oynayacaksın, arkadaşa ihtiyacın yok” diyordu.
Adam, anlattıkça anlatıyordu: “Yaşamda esas önemli olan, in­sanların bir yerlere gelmeleri, yükselmeleri, bir şeylere sahip olmalarıdır. Sen arkadaşlarını boşuna oyalıyor, onlara düşmanlık ediyorsun… İşte bu yüzden sana karşı arkadaşlarım koruyacağız. Onları gerçekten sevi­yorsan sen de bize yardımcı olursun. Onun için sana bu güzel şeyleri hediye ettik.” .<
Momo bir an için tereddüt etti. Acaba bu adamlar haklı mıy­dı? Sonra kendini toparlayıp sordu: “Seni hiç kimse sevmedi mi? ”
Bu soru, adamın kırılma noktasıydı. Kekeleyerek cevapla­maya çalıştı. O kendine güvenen adam gitmiş, yerine sayıklar gibi konuşan biri gelmişti. Aceleyle toparlandı ve Momo’ya “Tüm bunları unut” diyerek arabasına koştu. O anda, adamın getirdiği bütün eşyalar da peşinden koşup, arabanın bagajına doldular.
Bir Yığın Hayal ve Birkaç Düşünce:
Öğleden sonra Gigi ile Beppo, Momo’nun yanına geldiler. Momo tüm olanları onlara anlatınca, Gigi elini Momo’nun omzu­na koyup: “Şimdi bizim sıramız geldi. Sen kimsenin bilemediği bir şeyi keşfettin. Artık ucumuz yalnız eski dostlarımızı değil, bütün kenti kur­taracağız” dedi.
Sonra üçü birlikte, arkadaşlarına yarın toplanacaklarını ha­ber vermek için yola çıktılar.
Ertesi gün sat üçte, eski tiyatroda, hiçbir yetişkin gelmemesi­ne rağmen, elli altmış kadar çocuk toplanmıştı. Gigi ayağa kalktı ve çocuklara, orada ne için toplandıklarını bir kere daha anlattı. Sonra da seslerini bütün şehre duyurmak için bir miting tertip etmeye karar verdiler. Miting günü geldiğinde, ellerinde pankart­larla yürüyüşe geçtiler. Hep birlikte:
“Ey insanlık, dinle ve anla!/On ikiye beş kaldı./Aç gözünü, tetikte ol/Hırsız çaldı zamanı.
Ey insanlık, dinle ve anla!/ Sıkıntıdan patlama./Gel Pazar günü saat uçte/Öğren de kurtar canım ” diye, hay kırıyorlardı. A,
Binlerce çocuk, büyükleri dünyayı değiştirmeyi amaçlayan toplantıya çağırıyorlardı.

İyiler Toplanamadı, Ama Kötüler Toplandı:
Toplantı saati geçmiş, çağrılanlardan hiç kimse gelmemiş, her şey boşa gitmişti. Yüzlerce çocuk üzüntülü bir şekilde oturu­yordu. Akşam saat sekiz olduğunu kilisenin çalan çanından anla­dılar. Sonra da kalkıp birer birer dağıldılar. Sonunda üç arkadaş kalmışlardı. Beppo ve Gigi’de çalışmak zorunda oldukları için gidince, Momo tek başına kaldı. Yıldızsız bir geceydi. Kül gibi bir rüzgâr estikçe üşüyordu.
Büyük kentin dışında, Beppo ve arkadaşları, gece sabaha ka­dar, kamyonlardan çöp boşaltıyorlardı. Beppo çok yorulmuştu. Bu nedenle arkadaşları ile dönmeyip, orada kaldı ve biraz sonra da uyudu. Uyandığında çöp yığınlarının üzerinde bir sürü gri ada­mın bulunduğunu görünce çok korktu. Bİr mahkeme kurmuş ve Momo ile görüşen temsilciyi yargılıyorlardı. Hakim, “çocuklar bizim doğal düşmammızdır, içimizden biri onlarla konuşmuş ve gerçek yüzümüzü açıklamış” diyordu.
Momo ile konuştuğunu itiraf eden temsilci yargılama sonu­cunda, tüm zamanının elinden alınmasına mahkum oldu. İnfaz sırasında tüm olanları korkuyla seyreden Beppo, mahkûmun du­man olup havaya karıştığını gördü. Adam yok olmuştu. Sonra, bütün duman adamlar ortadan kayboldular.
Aynı saatlerde Momo, halen yatmamış oturuyordu. Yanına bir kaplumbağa yaklaştı. Üzerinde “Beni izle” yazıyordu. Kap­lumbağa önde, Momo arkada büyük kente doğru yol almaya başladılar.

 

Vahşi Bir Kovalamaca ve Rahat Bir Kaçış:
Beppo, Momo’ya İçinde bulunduğu tehlikeli durumu bir an önce haber vermek için hızlı bir şekilde, eski bisikletini sürüyor­du.
Harabenin çevresi ise, gri duman adamlar tarafından kuşa­tılmıştı. Adamlar, Momo’nun kaybolmasının sebebini çözememiş­lerdi.
Bu esnada Momo ise, kaplumbağanın peşinde büyük kentin caddelerinde yürüyordu. Gece yansı olmasına rağmen herkes ayaktaydı.
Beppo Momo’nun kaldığı yere geldiğinde, her tarafın dağı­tılmış olduğunu gördü. Momo ise ortalıklarda görünmüyordu. Hiç durmadan Gigi’nin kaldığı yere gidip haber verdi ve tüm gördüklerini anlattı. Momo’nun o gri adamlar tarafından kaçırıl­dığına hükmettiler.
Zaman Tasarruf Şirketi’nin bütün elemanları ise Momo’yu arıyorlardı. Tüm aramalarıfıa rağmen, Momo’nun izine dahi rast­lamamışlardı.
Momo ise büyük bir merak içinde olmasına rağmen, kap­lumbağanın peşinden gidiyordu. Kaplumbağa ise büyük bir usta­lıkla, gri adamlara rast gelmeden yürüyüşüne devam ediyordu. Bir ara takipçileri Momo’yu gördüler ve sevinçle peşine düştüler. Ancak, arabaları bir türlü gitmiyor, yerinde sayıyordu. Böylece Momo gözden kayboldu.
Momo ve kaplumbağa yürüyerek, üzerinde “Hiçbir Zaman Sokağı” yazan bir sokağa geldiler. Momo burada güçlükle yürü­yebiliyordu. Kaplumbağanın “geri geri yürü” demesi üzerine deni­leni yaptı ve kendini bir anda sokağın en sonundaki evin kapısı­nın önünde buldu. Kapının üzerinde “Hiçbir Yerde Evi” yazıyor­du. İçeri girdiklerinde kapı büyük bir gürültüyle arkalarından kapandı.
İçerisi bir sürü kadın ve erkek heykelleri ile dolu idi. Küçük bir odanın kapısında ise “Saniye-Dakika-Saat/Hora Usta” yazısı vardı.

 

Kötüler, Kötülüklerden Kötülük Seçerken…”Zaman Tasarruf Şir-keti”nin yönetim kurulu üyeleri olağanüstü olarak toplanmışlardı. Zamanın ötesine geçmeyi başaran Momo hakkında konuşup, tartışıyorlardı. Kimi tehlikenin geçtiğinden, kimi ise tehlikenin
daha da büyüdüğünden söz ediyordu. Hora Usta’nm Momo’ya yardım ettiğini anlamışlardı. Sonunda, Momo’nun dostlarını ab­lukaya alarak onu yalnızlaştırmayı kararlaştırdılar.
Momo Zamanın Kaynağına Ulaşıyor:
Momo, kocaman bir salondaydı. Burada, her türden binlerce saat vardı. Saatlerden çıkan sesler birbirlerine karışıyordu. Saatle­rin her biri ayrı bir zamanı gösteriyordu. Momo burada gümüş renkli saçlı, ufak tefek yaşlı bir adam gördü. Yaşlı adam da, se­vinçle Momo’ya yaklaştı ve ellerini tutarak, “Hoş geldin, ben Hora Usta’yım” dedi.
Sonra da ona kolundaki Yıldız Saati’ni gösterdi ve Yıldız Za-manı’nı anlattı: “Dünyada zamanın akışı içinde bazen önemli anlar vardır. Bu anlarda en uzak yıldıza kadar evrendeki her şey, yalnızca bir defaya özgü olmak üzere tek bir konum alırlar. Ne daha öncesinde ne de daha sonrasında bu konum bir daha asla meydana gelmez. Ama ne yazık ki insanlar bundan yararlanmasını bilmiyorlar ve yıldız zamanları belir­sizce kayıp gidiyor. Ama bunu bilen biri oldu mu, dünyada çok büyük olaylar olur.”
Sonra da Momo’yu çok güzel yiyeceklerin bulunduğu kah­valtı masasına davet etti, Momo yedikçe yedi. Hora Usta yemiyor, onu seyrediyordu.
Momo, Hora Usta’nm nasıl her şeyi görebildiğine hayret edi­yordu. Hora Usta gözlüğünü ona takınca, o zaman işin sırrını an­ladı. Bu gözlük sayesinde, şehirdeki ve etraftaki her şey görülebi­liyordu.
Sonra Hora Usta, Momo’ya bilmece sordu. Cevabı zamandı. Momo bilmişti. Zaman üzerine konuşmaya devam ettiler. Hora Usta, Momo’yu zamanın kaynağına götüreceğini, ancak, hiçbir şey konuşmaması gerektiğini belirtti.
Uzun ve karanlık bir koridorda yürüyormuş gibiydi. Uzun bir yolculuktan sonra, Hora Usta onu yere bıraktı. Ortalıkta altın renkli bir ışık vardı. Yukarılarda bir deliği olan, som altından bir kubbenin altındaydılar. Delikten süzülen ışık, yerde durgun sulu havuzu aydınlatıyordu. Suyun hemen üstünde ışık seli içinde, yıldız gibi parıldayan bir şey vardır. Momo’nun o güne kadar görmediği güzellikte bir çiçekti bu. Ancak, o çiçek soluyor ve arkasından aynı şekilde yeni bir çiçek açıyordu. Momo yavaş yavaş anladı ki her yeni açan çiçek bir öncekine hiç benzemiyordu. Her birinin apayrı bir güzelliği vardı.
Ayrıca, kubbenin altındaki ışık sütunu aynı zamanda ses de çıkarıyordu. Momo gittikçe daha iyi anlıyordu ki, bu ses birbirine karışan binlerce çınlamadan oluşuyor ve değişik melodilere dö­nüşüyordu. Sonra tekrar Hora Usta onu kucakladı ve döndüler.

 

ÜÇÜNCÜ KISIM:

 

Saat Çiçekleri:
Orada Bir Gün, Burada Bir Yıl: Momo uyanınca kendisini yeniden tiyatro yıkıntısının yabam otlarla kaplı taş basamakların­da buldu. Ortalık soğuk ve karanlıktı. Oldukça şaşkın bir haldey­di. Daha birkaç dakika önce Hiçbir Yerde Evi’nde ve Hora Usta’mn yanında değil miydi? Her şeyi gayet net hatırlıyordu. Bu esnada kendisini Hora Usta’mn kaplumbağasını gördü ve onunla konuş­tu.
Beppo ve Gigi’yi bekliyordu. Gördüğü her şeyi onlara anlata­caktı. Ancak, kendisi oradan ayrılalı uzunca bir zaman geçtiğini, arkadaşlarının da artık oraya gelmediklerini, bu arada dünyanın değiştiğini de henüz bilemiyordu.
Duman adamlar Gigi’ye televizyonda iş buldukları için, şim­di daha çok kazanıyordu. Ancak, Gigı ne olursa olsun, Momo’yu unutmamıştı. Ne yapıp edip, milyonlarca kişiye Momo’dan bah­setmeliydi.
Ertesi sabah, bu konu ile ilgili bir şeyler yazmaya başlamıştı ki, telefon çaldı ve karşısındaki kişi, düşündüğü işi yapmaktan vazgeçmesini, yoksa, geldiği yerin daha dibine gidebileceğini ihtar etti. Gıgı, “bana engel olamazsınız” dediyse de, bir müddet sonra güçsüzlüğünü anlarcasına, planından vazgeçti.. Kendine olan saygısını tamamen yitirmişti.
Ne var ki, gene arabasıyla programdan programa koşuyor, uçaklarla yolculuk yapıyor, sekreterlerine notlar yazdırıyor, eski hikâyeleri tersyüz edip duruyor ve bütün gazetelerin yazdığına göre ‘çok verimli çalışıyordu.’ Ama Gigı buna sevinmiyordu.
Duman adamların ihtiyar Çöpçü Beppo’yla başa çıkmaları çok daha zor olmuştu. Beppo günlerce tiyatroda Momo’yu bekle­dikten sonra, polise gitmiş ancak, tutarsız açıklamaları nedeniyle polis ona yardımcı olamamıştı. Başka karakollarda da şansını denediyse de netice aynı idi. Üstelik, aklından zoru olduğu dü­şüncesiyle onu akıl hastanesine kapatmışlardı. Buradan, duman adamların şartlarını kabul ederek çıkabildi. Tek düşüncesi, Momo’yu kurtarmaktı.
Momo’nun arkadaşı çocuklar ise, her zaman tiyatroda topla­nıyor, Momo’nun bir gün mutlaka geleceği ümidiyle bekli­yorlardı. Duman adamlar, çocukları etkisiz hale getirmek için çok uğraştılar. Sonunda, buyuk kentin her mahallesine birer “Çocuk Deposu” kurduruldu. Bu depolar, evlerinde bakacak kimse bulunmayan çocukların bırakılıp, gereğinde tekrar alındığı koca­man yapılardı. Artık çocukların sokaklarda, parklarda, yeşil alan­larda yalnız başlarına dolaşmaları kesinlikle yasaktı.
Eski tiyatro yıkıntısında in cin top oynuyordu.
Ve işte Momo burada oturmuş, arkadaşlarını bekliyordu. Ama ne gelen, ne giden vardı. Kaplumbağa ile konuşunca acı gerçeği anladı. Ağlamak istiyor, ağlayamıyordu. Kaplumbağayı kucağına alarak, delikten geçip yattığı yere gitti. Beppo ortalığı toparladığı için her şey bıraktığı gibiydi. Sadece toz ve örümcek ağları vardı. Masanın üzerinde “Momo” yazan bir mektup bulu­nuyordu. Gigi’nin mektubunda şunlar yazılıydı: Sevgili Momo, ben taşınıyorum. Dönecek olursan hemen beni ara, sem çok merak ediyo­rum… Beni sevmeyi unutma, ben de seni çok seviyorum.” Momo, mektubun burada bir yıldan beri durduğunu hiç ak­lına getirmedi. Yanağını kağıdın üzerine dayadı. Artık hiç üşümüyordu.

 

Çok Ye, Az Konuş:
Ertesi gün Momo, kaplumbağayı da kucağına alarak Meyha­neci Nino’nun evinin yolunu tuttu. Oraya varınca, yolu şaşırdığını sandı. Kocaman bir lokanta, yanında benzin istasyonu bulunu­yordu. Ön taraftaki büyük levhada, “Nmo’nun Ekspres Restoranı” diye yazıyordu. İçerisi çok kalabalıktı. Güçlükle ilerleyip Nino’ya yaklaştı. Nino onu gördüğüne çok sevinmişti. Arkadaki insanların homurdanmaları nedeniyle Nino ile fazla konuşamıyordu. Yine de bazı bilgiler edinmişti. Kaplumbağası ile birlikte tekrar tiyatroya döndü.

 

Bulmak ve Kaybetmek:
Momo, ertesi gün kaplumbağayla beraber Gigi’nin evini a-ramaya koyuldu. Gigı, Yeşiltepe’de bir villada oturuyordu. Cad­denin üst başındaki ev, adam boyunu aşan duvarla çevriliydi. İçeriyi görmek imkânsızdı. Birden kapı açıldı ve bir araba son sürat fırladı. Momo kendini güçlükle kenara atabilmişti. Araba fren yapıp durdu. Gigi fırladı ve Momo’ya doğru koştu. Hasretle kucaklaştılar. Gigı durmaksızın konuşuyor, bir şeyler soruyordu. Bu Gigi, önceki gibi değildi. Bakımlı, güzel ve şıktı. Üstelik mis gibi kokuyordu.
Karakter olarak da eski Gigi olmadığı açıkça belli oluyordu. Nitekim, Momo’yu bindirdiği arabasında bulunan ve Gigfnin danışmanları olan kadınlarla yaptığı konuşmalardan da bu iyice açığa çıkıyordu. Ancak, her şeye rağmen Gigi, danışmanlarının Momo’yu reklam için kullanma tekliflerine karşı direniyordu. Onlar için ise böyle bir fırsat bir daha ele geçmezdi.
Gigi,”Görüyorsun ya, bak ne hale geldim. İstesem bile artık geri dönemem. Gigi hep aynı Gigi’dir derdim. Hatırlıyor musun? Ama Gigi aynı kalamadı. Sana şunu söyleyeyim Momo, hayatta en tehlikeli şey gerçekleşmiş hayallerdir. Artık hayal edecek hiçbir şeyim kalmadı. Sizlere dönsem bile artık orada hiçbir şeye yaramam. Her şeyden bıktım ben” diye üzgün üzgün konuştu. Bu arada havaalanına gelmişlerdi. Hepsi inip, binaya doğru koştular. Bu arada birkaç foto muhabiri hızla fotoğraflar çekiyor, sorular soruyorlardı.

 

Gigi, Momo’ya kendisi İle birlikte kalmasını teklif etti. Momo ise başını iki yana sallayarak “hayır” dedi ve ayrıldılar.
Momo, Gigi’yle karşılaştığı andan itibaren tek söz söyleye­memişti. Oysa ona neler anlatmayı düşlemişti. Onu asıl şimdi
bulduğu anda kaybettiğini anladı.
Yavaşça döndü ve salondan çıktı. Vücudunu bir anda ateş bastı. Kaplumbağası da onu bırakıp gitmişti.
Varlık İçinde Yokluk:
Büyük bir üzüntü ile kaplumbağayı aramaya başladı. Ancak, hiçbir yerde yoktu. Gece yarısı olduğunda tiyatroya vardı ve ya­tağına girdi. Kendini ilk defa bu kadar yalnız hissediyordu.
Günlerce Beppo’yu ve diğer çocukları arayıp durdu. Ancak, hiçbirine rast gelemedi. Böylece aylar geçti.
Çeşit çeşit yalnızlık vardır. Momo’nun ki çok az kişinin bil­diği ve çok az kişinin dayanabileceği bir yalnızlıktı. Kendisini bir hazinenin içine kilitlemişler ve hazine her gün çoğala çoğala onu boğacakmış gibi geliyordu. Hiçbir çıkış yolu yoktu. Kimse ona ulaşamıyor ve o da kimseye varlığını gösteremiyordu. Dağ gibi bir zaman yığınının altında bunalmış kalmıştı.
İki günde bir Gigi’nin villasına gidip kapı önünde uzun süre onu bekliyor, onu bir daha görmeyi umuyordu. Her şeye razı bir hale gelmişti. Fakat hiçbir kere dahi görmesi mümkün olmadı.
Bir gün eskiden tanıdığı üç çocuğu gördü. Hepsi tek tip elbi­se giymişlerdi. İçinden bir ümit ışığı yandı. Çocuklar tereddütlü de olsa onunla konuşmak istedilerse de, araya giren gri adamlar, bir anda çocukları kaybettiler. Momo’nun , artık gri adamların teklifini kabul etmekten başka bir çaresi kalmamıştı. Bu nedenle, onu gözleyen gri adamın “gece görüşelim ” teklifini kabul etti

 

Korku Büyük, Ama Cesaret Daha Büyük:

 

O adamlarla buluşmaktan korkuyordu. Bu nedenle, tiyatro­ya gitmeyip saatlerce kalabalıklarda dolaştı, durdu. Geç saatlerde, dinlenmek İçin, bir kamyonetin üzerine çıktı ve bir çuvala yasla­narak uyumaya başladı. Rüyasında ihtiyar Beppo’yu bir uçuru­mun kenarında gördü. Sonra da ucundan tuttuğu bir kâğıt şeridi­ni çeke çeke ağzından çıkaran Gigi’yi ve oynayan çocukları.
Bu esnada uyuduğu taşıt hareketlenmiş gidiyordu. Momo uyanmış, bir yandan ağlıyor bir yandan da nerede olduğunu an­lamaya çalışıyordu. Taşıt yavaş gittiği için atladı. Artık kaçmak istiyordu. Tiyatroya gitmek için yollara düştü. Ancak ne tarafa gideceğini bilemiyordu.
Yürüye yürüye ışıklı bir meydana geldi. Aniden, dört bir ya­nı arabalarla çevrildi. Ardından duman adamlar arabalarından indiler. Momo üşümeye başlamıştı. Uzun sure kimse konuşmadı. Sonra bir ses:
“Bütün her şeyi biz planladık. Ne kadar kuvvetli olduğumuzu gö­rüyorsun değil mı7” diye konuştu. “Sana da yardım edebiliriz” diye de devam etti. Momo, hayır anlamında başını salladı. Gri adamların asıl hedefi ise Hora Usta’ya ulaşıp, bütün zamanları ele geçirmekti. Bu amaçla Momo’yu, türlü yollardan “ikna etmeye” çalışıyorlardı. Arkadaşlarına ve kendisine dokunmayacaklarına söz vermeleri üzerine, Momo onlara kaplumbağadan bahsetti. Bir anda hepsi kaybolup, kaplumbağayı aramaya başladılar.

 

Gelecek Geriye Bakmadan Görülebilirse:
Momo ne kadar zamanın geçtiğini bilmiyordu. Gövdesi felç olmuş gibiydi. Kaplumbağa için de endişelenmeye başlamıştı. Birden, ayağının dibinde bir yumuşaklık duydu ve baktı. Kap­lumbağa oradaydı. Birlikte Hora Usta’mn Evi’ne doğru yürüdüler. Bu arada gri adamlar, büyük bir sevinçle, onları takip ediyorlardı. Evin bulunduğu sokağa vardıklarında, Momo yorgunluktan bit­mişti. Bu esnada, uzun dumanlar halinde gelen gri adamları fark etti ve bir korku çığlığı attı.
Birdenbire garip bir şey oldu ve duman adamların ilk sıra­sında bulunanlar Momo’nun gözleri önünde yok oldular. Bunun üzerine diğerleri yürümeye cesaret edemediler. Momo’da rahatlıkla, “Hiçbir Yerde Evı”ne ulaştı. Kendisini divanın üzerindeki yatağa attı. Artık hiçbir şey duymak ve görmek istemiyordu.

 

Kuşatılanlar Karar Vermek Zorunda:

 

Uyandığında Hora Usta’yı baş ucunda buldu. Duman adam­ların evi bulmalarına sebep olduğu için pişman ve üzüntülüydü. Ancak, Hora Usta onu teselli etti ve “Zaman Emici Güç” sayesinde “Hiçbir Zaman Sokağı”na girmelerinin mümkün olmadığını anlattı. Momo bu duruma sevinmişti. Ancak, bu sorunun kökünden hal­ledilmesi gerekiyor, dünyanın bu duman adamlardan kurtarılma­sı gerekiyordu.
Bu nedenle, Hora Usta Momo’ya ne yapacaklarını tek tek an­lattı. Buna göre, dünyaya zaman dağıtan Hora Usta bir saatliğine uyuyacak, bu süre içinde dünya zamansız kalacağı için duman adamlar yedek zaman kullanmak için depolarına gidecekler, Momo da onları takip ederek depodaki çalınmış tum zamanları serbest bırakacaktı. Çalman zamanın tümü insanlara döndükten sonra dünyanın hareketsizliği sona erecek ve Hora Usta tekrar uyanabılecekti.

 

Takip Edenlerin Takip Edilişi:

 

Hora Usta gözden kaybolduktan sonra, Momo kucağında kaplumbağa ile beklemeye başladı. Birden bir sarsıntı oldu ve salondaki bütün saatler sustu. Ortalığı tam bir sessizlik kaplamış­tı. Duman adamlar, hiçbir engelle karşılaşmadan, Hora Usta’mn evine doluştular. Sevinçlerine diyecek yoktu. Ancak, kısa bir süre sonra bütün saatlerin durduğunu görünce acı gerçeği anladılar. Panik içinde zaman depolarına koştular. Momo da peşlerindeydi. Geçtikleri tüm yerlerde, her şey donmuştu. Trafik polisleri bile, ağızlarında düdüklerîyle hareketsiz duruyorlardı. Bir fotoğraf gibi hareketsiz duran bu kentin ortasında duman adamlar itişe kakışa koşmaya çalışıyorlardı. Momo’da onlara görünmeden takip ediyordu. Ancak, bir hata yaptı ve Beppo’yu. hareketsiz bir şekilde görünce onun yanma koşup sarıldı ve ağla­dı. Bu arada duman adamlar gözden kaybolmuşlardı. Kaplumbağanın uyarısı ile kendini toparlayıp koşarak takibe devam etti. Son duman adamın bir kapıdan içeri girdiğini fark etti. Kapının üzerinde: “Dikkat! Ölüm tehlikesi – İşi olmayanların girmesi yasaktır” yazılı bir levha vardı. Yeniliklerin Başlangıcı Olan Bir Son:
Momo kapıdan içeri girince kimseyi göremedi. Çukurun di­bine doğru inmeye başladı. Biraz ileride duvarcı ustası Nicola’yı hareketsiz bir şekilde gördü. Eliyle yerden yukarı doğru çıkmış bir boruyu işaret ediyordu. Momo hemen bu borunun içine girip aşağıya doğru inmeye başladı. Aşağı indikçe serinlik artıyordu. Dibe vardığında hemen ilerleyerek, bir konferans salonuna vardı. Burada toplantı halinde bulunan duman adamların konuşmala­rından, sayıca çok azaldıklarını anlıyordu. Kafan yedek zamanı ise kısıtlı olarak kullanmaktan söz ediyorlardı. Aralarında kura çekerek sayılarını altıya düşürdüler. Diğerleri tamamen yok ol­muşlardı.
Momo ne yapacağını düşünüyordu. Kaplumbağa ona elin­deki zaman çiçeği İle kapıyı kapatmasını söyledi. Söyleneni yaptı. Çiçeği kapıya dokundurdu ve bir eliyle de kapıyı itti. Gürültüyle kapanan kapının çıkardığı ses bütün koridorlarda yankılar uyan­dırdı. Duman adamlar kendilerinden başka kimsenin donmadan dolaşabileceğini akıllarına bile getirmedikleri için, korkudan kas­katı kesilmiş bir vaziyette Momo’ya bakakaldılar.
Sonra da elindeki zaman çiçeğini almak için Momo’ya doğru koşmaya başladılar. Böylece Momo kaçıyor, peşindekiler de kovalıyorlardı. Kaplumbağa, duman adamların nereden geçecek­lerini önceden bildiği için yollarma çıkıp, ayaklarına dolanıyor ve onları düşürüyordu. Bu kovalamaca sırasında, duman adamların dört tanesi ağızlarındaki sigaraları düşürerek ortadan yok oldu­lar. Sadece iki tanesi kalmıştı. Bu arada Momo yeniden büyük salona kaçmış, bir kenara büzüşmüştü. Elindeki çiçeğin sadece üç yaprağı kalmıştı. Diğer iki adam ise çiçek için birbirleriyle kavga ediyorlardı. Nitekim, biri diğerinin ağzından sigarasını çekip alınca, sigarasız kalan adam yok oldu. Şimdi bir tek adam kalmışti. Momo’ya doğru ilerledi ve “ver şu çiçeği” diyerek bağırdı. Bu da kendisinin sonu oldu. Çünkü, sigarayı ağzından düşürmüştü.
Momo hareketsiz kalakalmıştı. Kaplumbağanın uyarısı ile kapıyı açtı. Saat çiçeğinin üzerinde ise tek bir yaprak kalmıştı.
Kapıyı açınca içeride duvarlar boyunca uzanan raflarda yüz binlerce, milyonlarca yaşam saati çiçeği dizilmiş duruyorlardı. Momo’nun elindeki saat çiçeğinin son yaprağı da düşerken İçerde bir fırtına koptu. Yığın yığın saat çiçeği, Momo’nun çevresinde bir bulut gibi savruluyordu. Kaplumbağa, Momo’ya eve uçmasını söyledi. Bu Momo’nun kaplumbağa Kassiopeia’yı son görüşü oldu.
Ayaklarının yerden kesildiğini ve çiçekler arasında havada olduğunu hissetti. Böylece, daha önce inmiş olduğu borunun ağzından, çiçeklerin arasında gökyüzüne çıktı.
Çiçek bulutlan Momo’yla beraber şehrin üzerinden uçtular, uçtular. Sonra da alçaldılar ve donup kalmış olan dünyanın üze­rine kar taneleri gibi yağdılar. Ve her biri ait olduğu insanın yüre­ğine girerek gözden kayboldular. Aynı anda zaman yeniden işlemeye başladı. Dünyanın bir saat durduğunu kimse anlamamıştı. Ama öncekinden farklı bir durum vardı artık. Şimdi insanların bol bol zamanı olmuştu. Bu­nun aslında, vaktiyle kısıtladıkları kendi öz zamanları olduğunu ve şimdi onlara döndüğünü asla bilemediler. Momo kendine geldiği sırada bir caddedeydi. Burası Beppo’yu gördüğü yerdi. Buluşmaları görülmeye değerdi. Kol kola tiyatroya doğru yürüdüler. Büyük kentte çoktandır görülmeyen şeyler oluyordu. Yol üs­tünde oynayan çocukları gören şoförler arabalarını durdurup onlara gülümseyerek bakıyor, hatta bazıları arabalarından inip onlarla beraber oynuyorlardı. İnsanlar birbirlerinin hatırlarını soruyorlardı. İşe gidenlerin artık pencere önlerindeki çiçekleri seyredecek, ya da küçük bir kuşa yem atacak kadar zamanları vardı. Herkes her şeye dilediği kadar zaman ayırabiliyordu. Ama pek çok kimse bütün bunları aslında kime borçlu ol­duklarını asla öğrenemedi. Bunu bilen ve buna inanan sadece Momo’nun dostları ve arkadaşlarıydı.

Etiketler:

Yorumlar

  1. Semra Doğrusöz dedi ki:

    Uzun zamandır böyle açıklayıcı bilgi bulamamıştım. Çok teşekkürler.

Yorum Yaz

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
Nazım (Manzume)