OSMANCIK

22 Nisan 2008 tarihinde tarafından eklendi.

OSMANCIK
KONUSU: Osmanlı Devleti’nin kuruluşu anlatılmaktadır.
■ ■
BİRİNCİ BÖLÜM: “Gün Doğmak İçin Batar”

Osmancık hasta yatağında, Bursa’nın alınmasını beklemekte, Bursa’ya gömülmek için, azraile karşı direnmektedir. Birazdan.müjdeyi alınca, rahatlayıp huzura kavuşur. Gözlerini kapatınca başında duranlar “uyudu” derler. Oysa, o uyumamış, hatıralara dalmış, hayatının ilkbaharına gitmiştir.

İlkbahar Selleri:
Çocukluğunda ve delikanlılığında ele avuca sığmazdı. Gü­cünün, kuvvetinin sahibi değil; gücü, kuvveti onun sahibiydi. Ağabeyleri Gündüz ve Sava’ya hayrandı. Şeyh Edebali ile tanı­şınca hayatının şekli tamamen değişti.
Oturmuş, ta Amuderya’dan Söğüt’e kadar olan yolun uzun­luğunu hesaplıyor, dünyanın ne kadar büyük olduğunu düşünü­yordu. Edebali ona ne düşündüğünü sorunca, aynı şeyleri söyle­di. Edebali de ona: “Dünyayı büyük gösteren bizim küçüklüğümüz, oğul. Hırsımız, sabırsızlığımız…Bak gökteki yıldızlara… Dünya onların içinde nedir ki?” Osmancık diretiyor, Edebali sabırla anlatıyor: “Dünya bu döneminde, sorumluluk sahibi bir soy, ülküsünü soyu ile birleştirmiş bir bey bekliyor, oğul; dem bu dem, dönem bu dönemdir.”
Sanki Edebali değil, bir ruhtur Osman’la konuşan: “Sen on­lardansın, sen onlardansın” derken, neyi kastetmiştir, Osmancık’ın beynini sürekli meşgul eden budur.
Osman, Söğüt’e neden geldiğini, ne aradığını, ne yapmak is­tediğini bilmek istiyor. Bunun ışığı da Edebali’dedir. Sürekli do­laşmakta, kafasındaki soruların cevabını bulmak istemektedir. Bu arada, Horasan’dan gelmiş bir dervişle karşılaşır. O da Osmancık’ı etkilemiştir. Çünkü, bunlar gönül, kafa ve bilek erleri idiler.

Hem savaşçı hem bilgili idiler- Bir ineği doğurtur, bir kazanı ka­laylayabilir; kılıcı da hakkıyla kullanabilirlerdi.
Ve onlar, kendilerine Öncü olarak Kayı boyunu seçmişlerdi.
Aradan aylar geçmiş, Osman’ın kafası netleşmeye başlamış­tır. Çözüm Edebali’dedir. Bir gün bu amaçla ziyaretine gider. Evde bir ara bir hayal olarak, Mal Harun’u görür gibi olur. Edebali halen gözükmemiş, onun yerine oğlu Hüsamettin ve Dur­sun Fakı hoş geldin etmişlerdir.
Bu bekleyiş esnasında, Osmancık’ın gözü orada bulunan Ku-ran-ı Kerim’e kayar. Dursun Fakı, ona babası Ertuğrul’un bir ziya­reti sırasında, saatlerce onu okuduğunu söyler. Ve bir ses, bu kitabı okuduğu sırada Ertuğrul Gazi’ye şöyle demiştir: “Senin ve çocuklarının ve onların çocuklarının çocuklarının ve bütün soyunun, soyunun şerefi ve kudreti ve yücelmesi Allah Kelâmı’na gösterdiğin bu saygıdadır ve bu saygı sayesindedir ve bu saygıya bağlıdır; çünkü hakkı ve hakikati ve doğruyu, âdil olanı idrâk ediş bu saygıdadır.”
Aradan saatler geçtiği halde, Osman oturmaktadır. Bir ara yine Malhun Hatun’u görür. Gördükçe tutkusu artar. Bir fırsatını bulup onunla konuşur. Kız da Osman’ı beğenmiştir. Ancak, Edebali kızını Osman’a vermeye yanaşmamış,: “Halleri denk değil. Allah ikisine de en uygununu nasip eylesin ” demiştir.
Osman artık mecnun gibidir. Babası Edebali’nın cevabı gelir gelmez, anasıyla Osman’a haber göndermiş: “Sakın ola kızın yoluna çakmaya; Eâebali’yı incitmeye; bizim için de, onun için de şeref ve hay­siyet kırıcı işlere girişmeye” demiştir.
Osmancık, çaresiz dolanıp durmakta, lakin neyi nasıl yapa­cağını bilememektedir…
Bu arada, çevre illerden Al Zahid’in de Malhun Hatun’da gö­zü vardzr. O da kızı istetmiş, ancak Edebali, kesin bir dille olmaz demiştir. Bu sefer Osman’a diş bilemiş, onu yok etmenin planları­nı yapmaya başlamıştır. Bu planı uygulamak için, inönü beyinin kızının düğün törenini beklemektedir.
Ancak, düğün zamanı saldırmak için geldiklerinde, hayatla­rının dersini alıp döndüler. Daha önce, Osman tarafından hayatı kurtarıldığı için, Osman’a saygı duyan Hrîstiyan Mihail, bu olayı gördükten sonra, saygısının yanında sevgi de beslemeye başladı.

Osman ve dört arkadaşının bir anda tek bir irade, tek bir şuur, tek bir gönül oluverdiklerini gözleriyle görünce, bunların farklı bir millet oldukları düşüncesi kafasında iyice netleşmişti.
Osmancık, on beş günde bir, Edebali’mn evine gidiyor, orada konaklıyordu. Gerçi ne Edebali ne de Malın Hatun ile görüşemiyorsa da onlara yakın olmak, ona yetiyordu. Nihayet bir gün sabah, Edebali ile görüşebildi. Bu defaki görüşmede, Edebali’nin Osmancık hakkındaki düşüncelerinde olumluluk artmıştı. Malhun Hatun’u da vermeye razı gibiydi. Osman’a şun­ları söyledi:
“Engel çoktur. Çok da olsa aşılır. Amma, bir engel vardır ki, onu aşan görülmemiştir. O engelin adî nefistir. Nefsin eline düşen, hiçbir yere varamaz…Malhun Hatun senin nefsini ayartmasın, aşılmaz enge­lin olmasın…”
Ve kız İstenir. Edebali, bu görüşmede en çok Kayı boyunu Övmüştür. Kayı boyu, Edebali’ya göre, Tanrı görevlisidir; Kayı boyu, gücünün ulaştığı yörelere adaleti kurmakla görevlidir…
Osman mutludur. Mutluluğu Malhun Hatun’a sahip olaca­ğından değildir; Malhun Hatun, artık daha önce görüp vurulduğu kız değildir, o, soyu sopudur…
Domaniç yakınlarındaki yaylaklarda bu yaz başkadır. Bu yaz, Ertuğrul Beğ’in yerini kimin alacağı belli olacaktır.

İKİNCİ BÖLÜM:
Bütün oba, kararı beklemektedir. Aslında, karar bellidir. Bü­yük ağabey Gündüz hakkından feragat ederek, beyliğin kardeşi Osman’a daha çok yakıştığını söylediği İçin; Osman, bey olarak açıklanır. Bundan sonra, Edebali Osman’ı karşısına alır ve şunları söyler:
“Ey Osmancık; Tanrı yolunu ve gözünü ısıtsın; gönlünün, kılıcı­nın gücünü pekiştirsin; haktan, adaletten, insaftan, azimden garip ko­masın.”
“Ey Osmancık; beğsin, Beğliğini bil, beğliğini unutma!”
“Ey Osmancık; beğsin. Bundan sonra öfke bize, uysallık sana; gü­ceniklik bize, gönül alma sana; suçlama bizde; katlanma sende; bundan böyle, yanılgı bize, hoşgörmek sana; aciz bize, yardım sana; geçimsizlik­ler, uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, çatışmalar bize, adalet sana; kötü göz bize, şom ağız bize, haksız yorum bize, bağışlama sana.”
“Ey Osmancık; bundan böyle, bölmek bize, butünlemek sana; ü-şengenlik bize, gayret sana; uyuşukluk bize, rahat bize; uyarmak, şevk-lendirmek, gayeretlendirmek sana.
“Ey Osmancık; yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı. Tanrı yar­dımcın olsun; beğliğini kutlu kılsın; hak yoluna yararlı kılsın; ışığını parıldatsın, uzaklara iletsin; sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürç-türtmeyecek akıl versin.”
Osman’ın beylik haberi, yörenin ötelerinde de Hristiyan, Müslüman, Türk, Tatar, Rum bütün topluluklarda konuşulmak­tadır. Osman ise düşünmekte, hüküm ve kararlar almakta; bu arada da, oymağın düzenini yenilemektedir.
Ve Osman Bey artık, önündeki yolu da, bu yol için taşıyaca­ğı yükün ağırlığını da iyi biliyor.
Bir gün habercilerden biri, Osman Bey’in Hristiyan arkada­şını, Aya Nikola’nm baskın yaparak öldürteceğini haber alır. Ko­nur Alp ve on beş yoldaşını görevlendirir ve bu oyunu bozar. Gelen yirmi beş atlının on ikisi öldürülmüş, diğerleri esir edilmiş­tir. Konur Alp, Aya Nikola’nın adamını karşısına alır ve şunları söyler:
“Eyi bak, sana Osman Beğ töresini öğretirim, bunları aynen efen­din Aya Nikola’ya ilet Osman Beğ, yendim diye öldürmez. Osman Beğ nâçar kalanı öldürmez. Osman Beğ, acır, bağışlar, düşeni kaldırır. Os­man Beğ, dostuna kastedeni öldürür. Var git; efendine de ki, ben Osman Beğ’in yay geren bileğim gördüm….”
Konur Alp ve arkadaşları, oyalanmadan geri döndüler. Mihail ve çevresindekiler şaşkındırlar… O gece, Mihail durmadan düşündü…Kendinden olan düşmanlarını ve kendinden olmayan dostlarını…
Osman Beğ, o yıl, yayladan SÖğüt’e döndüklerinde, ilk İş ola­rak Bilecik Tekfuru ile görüştü ve istediği şartlan ona kabul ettir di. Eve döndüğünde o artık bambaşka biri idi: “Tanrıya şükür ki, gaza günleri yaklaştı” diye mırıldanıyordu.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Osman Gazi:
Hedef ilk olarak Kulacahisar Kalesi’ni almaktır. Nitekim Os­man Beğ’in yapmış olduğu plan, harfiyyen uygulanır ve kale ele geçirilir. Osman Gazi çok sevinçlidir. Gereken nizamı kurduktan sonra, babasına müjde vermek için sabırsız bir şekilde Söğüt’e döner. Ancak, sevinci yarım kalmıştır. Çünkü, anacığı Cankız Hatun Ölmüştür…
Cenaze töreninde, büyük bir kalabalık vardır. Mihail de on­ların arasında bulunmakta, farkında olmadan onlar gibi elleri göğe açıp dua etmektedir. Ve Mİhail kararını vermiştir. Bu kararı­nı kimselere söylemez. Ancak, o günden sonra Osman Bey’e Hristİyan tekfur ve kalelerinden her türlü sağlıklı bilgiyi, Müslü­man olmuş adamlan vasıtasıyla iletmeye başlar….
Cankız Harun’dan kısa bir süre sonra, Ertuğrul Gazi de vefat etti. Birkaç gün sonra da Malhun Hatun bir oğlan doğurdu…
Ertuğrul Gazi’nİn ölümü, Hristiyanlara ümit vermiş, bütün Kayı boyunun kökünü kazımak için büyük saldın hazırlığı yap­maya başlamışlardı.
Osman Gazi, her şeyin farkındadır. Bu nedenle Müslüman olmalarına rağmen, Hristiyanlarla işbirliği yapan Çavdarlara vurmaya kararlıdır…
Osman Bey, oğlu Orhan’ın beşiği başında keyif içinde otu­rurken, diğer taraftan da, dört bir yana saldığı adamlarının getire­ceği haberleri beklemektedir… Çok geçmeden, Mihail’den Çav­darların beş gün sonra Yeğli pazarını basacakları haberi gelir. Bütün tedbirler uygulanır. Beşinci gün Çavdarlılar hak ettikleri dersi alırlar. O günden sonra, gerek kendi boyu arasında, gerek Hristiyanlar arasında Osman Bey’in, beyliği pekişmiştir.
Ancak, Kayı Boyu’nun bu hızlı gelişimi bölgedeki Hristİyan tekfurları rahatsız edince, bir araya gelip, kendilerince engelleyici Çözümler üretmeye çalışıyorlardı. Bu amaçlar bir araya gelip, DÖRDÜNCÜ BÖLÜM:
Zaman Osman Beğ’İ umursamadan akıp gitmekte ama Os­man Beğ de zamanı umursamamaktadır. O büyüyü çoktan çöz­müştür. Şu koskoca dünyanın kime, nasıl büyük olduğunu, ne zaman küçüleceğini çok iyi anlamıştır..
Her savaşı zaferle sonuçlanmakta ve Osman Beğ her zafer­den sonra, teslim olan kalelelere haklar, ihsanlar, adalet yağdır­makta, buna karşılık direnip savaşanları yendikten sonra, kahr etmekte, köylerini, kentlerini yağmalattırmaktadır.

En kesin buyruğu ırza ve kadınlarla yaşlıların ve kılıç kul­lanmayanların kılına dokunulmamasıdır. Yağma dışı mal ve tut­sak edinenlere karşı acımasızdır.
Orhan Bey büyümüş, on dört yaşına basmıştır. Babasının ye­rini o tutacağa benzemektedir. Küçük kardeşi Alaaddin daha çok düşünce dünyasına yönelik bir yapıya sahip olduğu için, Edebali onu kendi dergâhına almak istemektedir. Birileri kılıcı ile dünya­ya yön verirlerken, yanlış İşler yapmasınlar diye, ilim ve irfan sahibi kişilere de ihtiyaç vardır.
Orhan on beş yaşına geldiğinde, pazarda görüp aşık olduğu Yarhisar Tekfuru’nun kızı Holofira’yı babasından istemek için bir dünürcü heyeti gönderilir. Oysa ki, Yarhisar Tekfuru Dukas’ın niyeti kızını Bilecik Tekfuru Alekeais’in oğlu ile evlendirmektir. Bu nedenle dünürcüler, elleri boş dönerler…
Osman Bey, kararını vermiştir. Birbiri peşi sıra, irili ufaklı birkaç kaleyi zapteder. Konya’daki Selçuklu sultanına da hediye­lerle birlikte elçi göndererek, bu topraklarda, hakimiyetin kesin­likle sağlanabilmesi için, desteğini ister. Sultan memnuniyetini ifade eder, destek göndereceğini bildirir ve Hz. Osman’ın kılıcını, Osman Bey’e gönderir. Osman Bey sevinçlidir. Ancak, bir müddet sonra, İlhanlılarla başı derde girdiği için, Selçuklu Sultanı sözünü yerine getiremez. İş yine başa düşmüştür…
Önce Karacahisar Kalesi zapt edilir. Osman Bey, savaş sıra­sında kendisine engel olmaya çalışan Amcası Dündar Bey’i dahi kılıcı ile yere serer…
Zaferler bununla bitmez. Bir gün sabaha karşı, yedi yüz ci­hangir ile İnegöl Kalesi de baskın yapılarak ele geçirilir.
inegöl Kalesi’nin Türkler tarafından ele geçirilmesi, bütün tekfurlar arasında şok etkisi yapmıştır. Ve artık Osman’ın tamamiyle ortadan kaldırılması gerekmektedir. Planı da hazırlar­lar. Osman, Karacahisar tekfurunun kızının düğününe çağrılacak ve orada öldürülecektir.

BEŞİNCİ BÖLÜM: Osman Gazi Han:
Osman Gazi’nin Selçuklu Sultanına gönderdiği elçi Ak Temur, bu sefer müjdeli haberlerle dönmektedir. Kısacası, Sultan kendilerinin hedeflediği, ancak çeşitli sebeplerden ötürü yarım kalan Anadolu’nun Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılması görevini Kayı Boyu’nun yerine getireceği inancı ile, Osman Bey’e, “Osman Şah Beğ” diye hitap etmektedir. Yani Osmancık artık bir oymak beyi değil, bir devletin başkanı olarak kabul görmektedir.
Bütün ileri gelenler toplanır ve hanlık kutlanır. Osman Gazi Han: “Dilerim, adaletten kayar, zulme ve dalâlete meyledersem Allah beni kahretsin. Ve dilerim, bilmeyerek saptığımda karşı çıkmayanları ve benimle kalanları dahi Allah kahretsin. Ve, dilerim, benden ehli çıkınca o sancağı benden almayanlar benim vebalimi çeksin” diye konuşur.
Artık, günlük olaylar ve anlaşmazlıklar, tek tek kişiler vasıta­sıyla çözülemez dereceye ulaşmıştır. Yeni kurumlar gerekmekte­dir. Osman Gazi bunun farkındadır…
Ve bir şeyin daha farkındadır. Bilecik tekfurunun kızının düğününe davetli olarak çağrılıp, kendisini ortadan kaldırmak istendiğinin de. Ancak, gerekli tertibatı alarak, bu düğüne katılır. Ve akabinde Bilecik tekfuru Aleates, Osman Beğ tarafından öldü­rülür. Bilecik Kalesi zapt olunur. Kaçan tekfur Lukas’ın kızı, Nilü­fer ismi verilerek, Orhan Bey’e nişanlanır. Kızının hatırına, Lukas’ın hayatı bağışlanır. Bir müddet sonra da, Orhan Bey ile Nilüfer’in nikâhları kıyılır.

Ele geçirilen iller, Osman Gazi Han’ın kardeşleri ve diğer yoldaşlarının sorumluluklarına verilmektedir. Osman Gazi yol­daşlarına ve kardeşlerine devamlı şu öğütleri vermektedir: “Dar­lıklar, yokluklar, sıkıntılar, önce size, sonra milletinize; varlıklar, rahat­lıklar önce milletinize, sonra size. Savaşta daima önde olacaksınız. Bu­lunduğunuz şehirlere çeşmeler, mescidler, hanlar, pazarlar yaptıracaksı­nız.”
“Saldırgana acımasız, sığınana ve aman dileyene hoşgörülü ve cö­mert davranacaksınız.

G ivendmsiniz, övüncüm olun; Allah’a güvenin; yapıp ettikleri­nizle ÖJÜlün, övünmeyin..”
Osman Gazi için de artık Söğüt’ten ayrılma vakti gelmiştir. Niyeti Bursa ile İznik arasındaki Bilecik’e yerleşmektir. Çünkü artık asıl hedef Bursa’dır…

Bu dönemde, Konya’daki sultanlık İlhanlılar tarafından ele geçirilince, on binlerce göçmen, Osman Bey’in hakimiyetindeki topraklara akmaya başlamıştır. Osman Bey, başından itibaren işi sıkı tutarak, gelen göçlerin toplumunu bozmasını önleyecek ted­birleri aldırır. Göç eden, okumuş, yazmış insanları ve güçlü sa­vaşçıları etrafında toplayarak, onlardan Selçuklu yönetim düzeni­ni öğrenmeye, öğrendiklerini uygulamaya çalışır.
Bu arada, hasta olan Edebali’mn kendisini çağırınca, hemen onun yanına gider. Elini öpmeye davranınca, Edebali, “Han’sın, artık kimsenin elini öpmeyeceksin, elini öptüreceksin” der ve öptürmez. Bir süre sonra da Osman Bey’in kollarında can verir. Osman Bey’e bir mektup bırakmıştır. Osman Bey, mektubu oğlu Orhan’a göndertir. Mektupta, yıllar önce Osman Bey ile konuş­tukları konular yazılmaktadır: “….Dünya büyüktür… çok, çok bü­yüktür. Fakat bir ömür için, bir TEK İNSAN içindir bu büyüklük. Bir soy için değil; bir soyun benimseyeceği, bir soya benimsetilecek bir amaç, bir inanç, bir ülkü için değil!..”

İlhanlılar, Konya’dan geri döndükleri İçin, artık Osman Bey’in bağlı kaldığı bir imparatorlukta kalmamıştır. Edebali’mn Ölümünden birkaç gün sonra eski yoldaşları Rahman, Sungur, Akça Koca ve Saltuk’la beraber Bursa’ya doğru yola koyulurlar. Gün yeni yeni ağarmaktadır. Bursa’ya yaklaştıklarında bir su başında durur ve elini Bursa’ya doğru uzatarak: “Ben ölünce, beni o gümüş kubbenin altına koyun.”
Madem ki hedef Bursa’dır, önce İznik alınmalıdır. Bu neden­le harekete geçilir ve İznik kuşatılır, günler süren saldırı sonucu, içeriden de alınan yardımlarla İznik ele geçirilir.

İznİk’in kaybedilmesi diğer tekfurları yine bir araya getirmiş, topladıkları ordu ile Osmanlı üzerine yürümüşlerdir. İki ordu, Koyun Hisar’da büyük bir savaşa tutuşurlar. Sonuçta yine kaza­nan, hakkın ve adaletin temsilcileridir…

Yıllar yıllan kovalamakta, zaferler zaferleri… Osman Gazi Han, atının üstünde hâlâ dimdiktir; ama yiğit yüzünden, sonba­har belirtisi bulutlar gibi gam gölgeleri geçmektedir. Onun için, gün ve gelecek, sanki tek bir mesele, bir tek istekten ibarettir ve bu da Bursa’da, gümüş kubbenin altında son uykusuna yatmaktır. O ülkünün gerçekleşmesine ise çok az kalmıştır. Orhan Bey, orduları ile Bursa’yı kuşatmış bulunmaktadır.
Ve artık, Bursa’nın düşmesinin son günleri sayılırken, Os­man Bey de son günlerini yaşamaktadır. Mal Hatun, Orhan Bey’e babasının durumunun kötü olduğunu bildirerek çağırır, Orhan Gazi, telaşla babasının yanına geldiğinde onu torunu Murad’ı kucağında hoplatırken bulur. Osman Gazi, oğlunu görünce, Bursa kuşatmasının başarısız olduğunu zannederek endişelenir. Ancak, Malhun Hatun’a bakınca, geliş sebebini anlar. Herkes çıktıktan sonra, oğluna şunları söyler: “Eyi dinle oğul, sana diyeceklerimi de­mişimdir. Deden ulu Edebali’mn mektubunu dahi vermişimdir. Gerisi şeriat ve töre ger ekler incedir. Ve de, anan dahi olsa, bir kimse sana Tan­rı ‘mn buyurmadığı bir söz söylerse, sen onu kabul etme… Ve oğul, ben öldüğüm vakit, beni Bursa’da şol Gümüşlü Kubbe’nİn altına koy, Bur­sa’yı al… Var git, oğul; şafakla yola koyul. Bursa’da ezan okutmadan dönme.”

Bursa direnmektedir. Gaziler, Bursa önlerinde baharlar, yaz­lar, kışlar geçirmektedir. Osman Bey ise iyileşmiş, Bursa ile bu­lunduğu Yenişehir arasında bir haberciler ağı kurdurtmuştur. Her an gelişmelerden haberdar olmaktadır…
Osman Gazi bilmektedir ki, Bursa’nın öteleri vardır. Ve, bu­gün Bursa önlerinde olanlar, yarın kendi durumlarında olacaktır; Bursa Ötelerine gidemeyeceklerdir; oğulları gidecektir. Ve bütün çocuklar için, kendilerinin gidemeyeceği, kendilerinden sonra gelenlerin gidebileceği Öteler olacaktır.

Ve onlara kalacak yiğitlik de bunun idrâkidir, kabulüdür. Ve ululuğu bu yiğitlik yapmaktadır. Ve, en değerli olan şey, ötelere yol açmak, yön vermektir. Ve, ötelere giden yollarda, daha sonra gelenlerin yol sürme­lerini sağlayacak bir konak kurabilmektir…
Malhun Hatun, evinin aşlığında, bazlama pişirdiği tandırın başında, olduğu yere, inlemeden, yığılıp kalmıştır…

ALTINCI BÖLÜM:
Malhun Hatun’un ölümünün üzerinden iki ay geçmiştir. Az­rail, Osman Gazi Han’ın hep baş ucundadır. O ise, ancak Bursa alınırsa, Azrail’e “Hoş geldin” demeye niyetlidir. Bütün ağrılarına, bitkinliğine rağmen direnmektedir. Üzüntü yok, korku hiç yok; sadece hüzün, sadece niyaz. Bir parça mehil. Müjdeye yetecek kadar mehil…
Derken, nal sesleri… Dünyanın en hızlı nal sesleri işitili­yor… Ve Sungur nefes nefese içeri girip, “Gözün aydın Han’ım, Bursa bizimdir” diyor. Oysaki o, gelen nal seslerinden beklediği müjdeyi almıştır. Ve artık, eşiğe bakarak gülümsemektedir.
Osman Gazi’nin İri elâ gözleri yumuluyor.
“Uyudu” diyorlar. Ama o gülümsüyor. Yüzünde, o büyülü rüyasının nurları gülümsemektedir. Uzun ve gür kirpikleri önce titriyor, sonra oldukları gibi kalıyor; kıpırdayan dudakları donu­yor.
Ertuğrul Beğ gazi oğlu, Cankız’dan doğma Osman Gazi Han son nefesini vermiş, ruhunu Bursa’ya Gümüşlü Kubbe’ye uçur­muştur…

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
Pastoral Şiir